PAÜ rektörü Ahmet Kutluhan’ın Türklük dünyasına ve bu dünyanın somut ve soyut kültürel mirasına özel bir ilgisi var. Onunla Bekilli’deki kaya resimlerini görmeye gittiğimizde, “bizi bu topraklarda sonradan gelen ve gelip geçici sananlara en güzel cevabı bu kültürel miraslar verecektir” demişti. Sadece söylemekle kalmadı bu mirası çalışacak olan bir merkez kurulması için YÖK nezdinde girişimde bulundu. Atatürk’ün tanımını yaptığı manada Türkçülük bizim de şiarımız olduğu için, Rektör Kutluhan’ın ve üniversitemizin bu manadaki her türlü çabasının takipçisi oluyorum. Son olarak 19, 20 Eylülde iki günlük bir şölene dönüşen “Maveraünnehir’den Anadolu’ya Tarihin Derin Kökleri ve Tarihçilik Çalıştayı” yapıldı. Rektörümüz Kutluhan açılış konuşmasında özetle şöyle dedi;
“Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin bir nüvesi olarak Anadolu topraklarında tekrar neşvünema bulmuş ve batinin tüm emperyalist güçlerine karsı 100 yıl önce Gazi Mustafa Kemal önderliğinde çok büyük bir savaş verilerek özgürlüğüne kavuşmuştur. Düne kadar esarette olan Türk kardeşlerimiz bugün özgürdürler ve onlarla özgürce birlikte hareket edebiliyoruz, toplantılar düzenleyebiliyoruz. Devlet baki, Türklük ebedi. Nice yüzyıllara!
Bu toplantının en büyük amacı Pamukkale Üniversitesi olarak Özbekistan’daki kardeşlerimizle kamu kurumları ve üniversiteler ile iş birliklerimizi artırmak, olaylara kardeş gözüyle bakıp dünyaya Türk milletinin adaletini göstermek ve iyilik nasıl olur, paylaşma nasıl olur, onu yaşamak ve yaşatmaktır. Özbekistanlı kardeşlerimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını bizim kadar gurur ve onurla kutlamaları hatta bizzat 100. yıla dair kongre, sempozyum, toplantılar düzenlemesi bizi oldukça mutlu ve mesrur eylemektedir.
Ve sunu söyleyebilirim ki artık Türkiye yalnızca kendini temsil etmiyor veya dünyada tek başına yalnız kalmış bir ülke değildir. Onu takip eden, onun varlığı ile kendi varlığını bir tutan birçok ülke olması, bizim o kadar çok gurur duymamıza neden olurken ayni zamanda ne kadar çok çalışacağımızı da göstermektedir.”
İki gün süren sempozyum Özbekistan Tarih Enstitüsü Başkanı Prof Azamat Ziyo’nun ve Türk Tarih kurumu Başkanı Prof Yüksel Özgen’in katılımı, Özbek akademisyenlerin katılımı, konuların ve konuşmacıların seçimi, konu başlıklarının hem içerik olarak, hem de kronolojik olarak birbirini tamamlaması ile dikkat çekti. Bakın neler öğrendim;
Hepsi de tarihçi olan konuşmacı akademisyenler bu kadar çok sayıda Maveraünnehir uzmanının bir arada görmedik dediler. Bu tespitten hareketle; Trakya üniversitesinde “Balkan Araştırmaları Enstitüsü” ve Selçuklu üniversitesinde “Selçuklu Araştırmaları Enstitüsü” olduğu gibi, Pamukkale üniversitesinde de “Türkistan Araştırmaları Enstitüsü” kurulabilir önerisinde bulunuldu. PAÜ’ye ve Rektörümüz Kutluhan’a defaatle tebrik ve teşekkür edildi.
Sempozyumdan anladım ki, kimi zaman Amuderya ve Siriderya nehirleri arasında kalan, kimi zaman bu nehirlerin dışına taşan Meveraünnehir, Türkistan coğrafyasının kalbidir. Hazar’dan Çin topraklarına uzanan coğrafyanın adı Türkistan’dır, buraya Ortaasya demek işgalcilerin ve batının ağzı ile tanımlayıp anlam kaymasına sebep olmaktır. Bu cümleden olarak Türk ismi ile anılan Göktürklerden sonra kurulan Karahanlılar da tam bir Türkistan devletidir ve bu isimle anılmalıdır. Türkistan’da kurulan Türk devletleri boyların ismi ile anılarak tarihimiz parçalanmaktadır.
Türkler Müslümanlığı bir savaş sonucu değil bir süreç sonucu kabul etmişlerdir. Müslüman halktan cizye adı verilen vergi alınmaz iken Emeviler, çok verimli olan Maveraünnehir’den aldıkları cizye vergisinden vazgeçmeyerek İslam geleneğini bozmuşlar ve Türklere zulmetmişlerdir. Günümüze ulaşan zulüm anlatıları ise Taberi tarafından ve olaylardan iki asır sonra yazılmıştır.
Özbekistan’dan sadece hocaların değil, yüksek lisans öğrencilerinin de katılması takdire şayandı. Öğrenciler soruları ile varlıklarını gösterdiler. Öğrencilerin katılımını TİKA’nın destelediğini not düşerek bir hakkı teslim edelim.
Türkiye ve Özbekistan’ın nüfus toplamı bakımından bakınca, bu çalıştayda, Türk dünyasının üçte ikisi temsil edildi diyebiliriz.
Anlatılanlardan anlıyoruz ki, şimdilerin “bir kuşak bir yol” eskilerin “İpekyolu” güzergahının kalbi hep Maveraünnehir olmuş. Sogdlardan başlayarak, 19. Yüzyılın başına kadar ticaretin kalbi olmuş. Tekrar ihtişamlı günlerine dönüşün ayak sesleridir inşallah bu sempozyumda duyduklarımız. Anlayacağınız en son ortaya sürülen Baharat yolu gibi bir projenin bile tarihin tekrarından ibaret olduğunu gördük.
Benim için en büyük çıkarımlardan biri de şu oldu ki; karanlık SSCB döneminde Türkiye Cumhuriyeti diye bağımsız bir devletin varlığı, Türkistan devletleri için bir Kutup Yıldızı vazifesi görmüş. Atatürk’ü bir kere daha şükranla anmak geldi içimden.
Toplantı sunumlarının bir sonuç bildirgesi olarak yayınlanacak olması fikri takip açısından önemli.
Bu sempozyum fikri Rektörümüz Kutluhan’ın bir yıl önceki Ağustos ayında Özbekistan’a yaptığı ziyaretinde ortaya çıkıyor. Görev PAÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Tarih Bölümü Başkanı Prof Yasemin Beyazıt hocaya düşüyor. Her ne kadar Tarihçi olsa da alanı Maveraünnehir olmayan Hoca, Üniversitemizde bu alanda, yani genel Türk tarihi çalışan akademisyenler de olmamasına rağmen, yönünü Türkiye geneline dönerek, doğru akademisyenlere danışmanın ve çalışmanın bir neticesi olarak ortaya muhteşem bir sempozyum çıkarıyor. Özbekistan Bilimler Akademisi Tarih enstitüsü ve Pamukkale İşbirliği ile planlanan bu sempozyum fikrine Türk Tarih Kurumu da ortak edilerek sempozyumun muhtevası ve değeri artırılıyor.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof Yüksel Özgen, sempozyumun yapılmasından ve katılmaktan son derece memnun idi. Tarih bölümünde yapılan tanışma toplantısında her nasıl oldu ise ben de bulundum. Çeşitli konularda yapılan fikir alışverişlerinde söz alıp; tarih öğretmenleri ortaokul ve liselerde Tarih anlatırken yörenin somut ve somut olmayan kültürel mirasını esas almalı, örneğin bir Türbe’yi ve içinde yatanı anlatırken bir dönemi, bir devleti, o devletin öncesini sonrasını derken, miras ile tarih arasında bağlantı kurulmalı fikrimi paylaşma fırsatı buldum.
Yazımızı Prof Yasemin Beyazıt hocanın açılış konuşmasından bazı kısımlar ile bitirelim;
“Özbekistan; Maveraünnehir’dir, Turan’dır, Türkistan’dır, Buhari’dir, Emir Timur’dur, Ali Şir Nevai’dir, Uluğ Beğ’dir, Abdülhamid Çolpan’dır;
Türkiye; Küçük Asya’dır, Diyar-ı Rum’dur, Yunus Emre’dir, Sultan Alaeddin Keykubattır, Fatih Sultan Mehmettir, Mehmet Akif’tir, Seyit onbaşıdır, Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Anadolu, Türkistan’ın alpleri, gazileri, erenleri, halifeleri ile Türk’e yurt olmuştur. Hunlardan Göktürklere; Samanilerden, Karahanlılara; Selçuklulardan, Harezmşahlara; Timurlulardan Osmanlılara ortak bir medeniyetin, kültürün mirasını taşıyoruz.
Tarih göstermiştir ki güneş bir yerde batarken, diğerinde doğmuş; her zaman bir ümit ateşi var olmaya devam etmiştir. İstiklal harbimizde, varlık-yokluk mücadelesi verirken Türkistan’ın kalbi, yüreği de Anadolu’da idi. Şiirlerinde halkının istiklalini dillendiren Abdülhamid Çolpan yaşadığımız işgali “Tufan” olarak nitelendiriyordu. Sakarya savaşının galibiyetinden sonra yazdığı Tufan şiirinde; “Ey İnönü, Ey Sakarya, Milli Misak alınana kadar durma” dizelerini söylerken, İstanbul’daki Özbekler Tekkesi de milli mücadelenin önemli bir üssü ve hastanesiydi.
1880’lerde İsmail Gaspıralı’nın “Tercüman” vasıtasıyla yaydığı “Dilde, Fikirde, İşde birlik” ilkesi tarihi coğrafyamızın bizi götüreceği mukaddes yoldur. Bugün Türk devletleri teşkilatı bu ilkenin tecessüm etmiş halidir. Türk Devletleri teşkilatının Kasım 2022’de Semerkanttaki 9. Zirvesinin başlığını oluşturan "Türk Medeniyeti için Yeni Dönem: Ortak Kalkınma ve Refaha Doğru” temasının eğitim, kültür ve akademi alanında da devam ettirilmesi dileklerimle…”