Şubat 2020 Denizli Gazetesi Köşe yazım.

Günümüzden 400 yıl önce, ünlü hiciv şairi Nef’i, “Türk’e hakk, çeşme-i irfanı haram etmiştir” der, yani; Tanrı Türk’e, anlayış yeteneğinin çeşmesini yasaklamıştır. Osmanlının Türklere “etrakı bir idrak”, yani akılsız Türkler dediği hep dillendirilir. Bu ifadelerden hareketle Türk’ü tarihinden ayrıştırma ve Türk tarihini parçalama gayretlerine şahit oluyoruz.

PAÜ Eğitim Fakültesi’nden Dr öğretim üyesi Metin Türktaş memleketi Alanya’dan çocukluk anısını anlatıyor; dağdan Yörükler ihtiyaçlarını görmek için köye indiklerinde, babası; “Türkler geldi” dermiş. Çatalçeşme oda tiyatrosunda, Türk Ocağı’nın düzenlediği sohbette Prof Tuncer Baykara hocayı dinliyoruz. Hoca yerleşiklerin göçerlere Türk diye hitap ettiğini, Anadolu’nun üç ayrı coğrafyasından, bizzat kendi yaşadığı üç ayrı örnekle anlatıyor. Özetle Türk’e Türk diyen de Türk’ün kendisidir.

Nefi’nin Şirvanlı bir Türk olduğunu, Osmanlı Türkçesinin bir şairi olduğunu, saraydan beslenmesine rağmen sarayı hicvetmekten çekinmediğini, bu uğurda kellesini verdiğini bir not olarak düşerek, hakkını teslim edelim ve Nefi’nin hicvini tekrarlayalım. Yalnız kimi çağda ve kimi coğrafyamızda birbirlerinin yerine kullanılan Türk, Yörük, Türkmen, Göçer sözcüklerini kullanarak.

TÜRK DÜNYASINDA TIP ALANINDAN İŞBİRLİĞİ ÖRNEĞİ Makale: TÜRK DÜNYASINDA TIP ALANINDAN İŞBİRLİĞİ ÖRNEĞİ

Tanrı Türke/Yörüke/Türkmene/Göçere anlayış yeteneğinin çeşmesini yasaklamıştır. Bildiğimiz gibi Osmanlıda göçerler ile yöneticiler ve şehirliler anlaşamıyor. Güvenlik, vergi ve asker alma gibi sebeplerle göçerlerin yerleşik hayata teşvik edilmesi ve zorlanması Selçuklu’dan Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyete uzanan bir süreç ve çatışma alanı. Bir Oğuz Avşar göçeri olan Dadaloğlu; “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyor. Yönetim ve yönetime yakın olan şehirli de düzen tutmayan göçerlere ters bakıyor.

Ben bunu her toplumda görülebilecek sosyal çatışma olarak görürüm ve bunun üzerinden ne Osmanlıdan, ne de Türklüğümden geçerim. Nefi de, Dadaloğlu da benim şairim der sahiplenirim.

Osmanlı her imparatorluk gibi çok milletli idi. Bu milletler arasında mesafeyi korumak imparatorluk yönetiminin bir gereği ve şartıdır. Fransız ihtilalinden sonra ulusçuluğun ortaya çıkması ile birlikte, Osmanlıdan diğer milletlerin ayrışması, Türkçülük akımlarının ortaya çıkmasına zemin teşkil etmiştir. Osmanlı yönetimi de bu gelişmeye kayıtsız kalmamış ve rüştiye, idadi okullarında okutulan “lisanı Osmani” dersinin adı “lisanı Türkçe” olarak değiştirilmiştir. Zaten lisani Osmani de Osmanlı Türkçesidir. 1876 kanuni esasiye göre devletin resmi dili Türkçedir. Osmanlın son döneminde Latin alfabesi tartışılıyordu, kız mektepleri açılmıştı. Cumhuriyeti de kesintisiz Türk tarihinin şahsiyetleri olan Osmanlı Türk subayları kurdu…

11. yüzyıldan itibaren Anadolu batılı devletlerin gözünde Türklerin yaşadığı yer manasında “Turkiya” dır. Yine batıya göre Burada kurulan devletler de Türk devletidir. Osmanlı hanedanı soyunu Kayılardan Oğuzlara, oradan Oğuz Kağan’a dayandırma iddiasındadır.

Atatürk ve Cumhuriyet, Türk milleti tarafından o kadar sevilmiş ve benimsenmiştir ki, bu ikisini yüceltmek için Osmanlıyı yerden yere vurmanın gereği de, faydası da yoktur. Bu cümleden olarak cumhuriyetimize 80 yıllık reklam arası diyen zihniyet de kabul edilebilir değildir ve aynı amaca hizmet etmektedir. Hangi amaca;

Türk milletinin moral değerlerini yerle yeksan edelim, kendisine saygısı kalmasın diye bir proje oluşturulsa, bu projenin atbaşı konularından biri tarihimizi soysuzlaştırmak olurdu herhalde. Bir yabancının el ovuşturacağı bu eylemi, gelin kendi kendimize yapmayalım. İyisi ve kötüsü ile bizim olan devlet adamı, şair, mimar, ulema vb tarihi şahsiyetlerimizin, kısacası kesintisiz tarihimizin, iyi taraflarını ortaya koyalım ki, bu millete mensubiyet ile gurur duyan bir nesil yetiştirebilelim.