1980 yılı, Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden altı yıl geçmiş...
1980 yılı, Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden altı yıl geçmiş. Bir Almancı olan babamın bir aylık izninin 15 gününü Kıbrıs’ta geçirmek üzere plan yaptık. Denizli’den Mersin Taşucu’na, oradan feribot ile Girne’ye vardık. Birinci gün Girne’yi, ikinci gün Lefkoşe’yi gezdik ve üçüncü gün Magosa’yı gezdikten sonra Girne’de deniz kum güneş yapacağız. Magosa’ya gitmek üzere çıktığımız yolda, beşparmak dağlarından inerken, viraja geldiğimizde babam refleks bir hareket ile yolun sağına yaslandı ve virajdan çıkar çıkmaz karşıdan kendi şeridinden gelen bir otomobil ile kafa kafaya çarpıştık. İngiliz usulü soldan seyreden trafiğin azizliğine uğramıştık. Şehir içindeki seyrüseferlerde bu pek sorun olmamıştı, çünkü yanlış yola girdinizde selektörlerle uyarılıyorduk.
Arabamız esaslı bir darbe aldığı için yürüyemez halde idi. Durumu sigortaya bildirdik, dünyanın her tarafında geçerli olan sigortamız Kıbrıs Türk kesiminde geçerli değildi. Alman sigorta şirketi hasarımızı kapsam dışı olarak değerlendirdi. Mahkeme tarafından bağlanan arabamızı Türkiye’ye getirmek için de bir yıl kadar uğraştık. Böylece Kıbrıs bizim için gidilip görülesi bir yer olmaktan çıktı, anılarımızda acı bir hatıra olarak kaldı. Sonrasında bir defa mesleki kongre için bulundum. Ve nihayet geçtiğimiz hafta Aysiad olarak bir ekip halinde Kıbrıs’ta idik;
Magosa limanında tersane işleten bir iş insanı tesisini anlatıyor; ne kadar kaliteli iş yaptıklarından, müşteri memnuniyetinden, Magosa’nın Süveyş kanalının ağzında olmak gibi stratejik öneminden, yaptığı işten memnuniyetinden söz ediyor. Aklımda şimşekler çakıyor. Kıbrıs havalimanına ambargo nedeniyle Türk uçakları dışında uçuş yapılamadığına göre, bu ambargoyu deniz yolu ile delmek mümkün mü? Tersane bakım onarım faaliyetleri bakımından genişletilebilir mi? Türkiye tersanecilikte dünyanın dördüncü ülkesi, neden buraya yatırım yapılmaz ki şeklinde uzayıp giden sorularımı soruyorum. Özetle öğreniyoruz ki; tıpkı havayolunda olduğu gibi deniz yollarında da ambargo var. Magosa’daki tersaneden hizmet alan herhangi bir firma Rumlar tarafında dünya denizcilik örgütüne şikayet ediliyor. Firmaya ceza geliyor, öyle ki bu cezalar firmayı batırabilir. Bu tersaneden bakım onarım hizmeti alan firmalar ise, küçük ölçekli şahıs şirketleri olduğundan takipten kurtulabiliyormuş.
Ekipten bir arkadaş limanın kenarında karaya oturmuş gemiyi sordu. Fırtınalı bir günde karaya oturan bu gemi bürokratik engeller yüzünden tekrar yüzdürülemiyormuş. Tıpkı bizim 40 sene önce kaza yapan arabamızı Türkiye’ye taşımak için aylarca uğraştığımız gibi.
Demem o ki Kıbrıs uluslararası alanda tanınmıyor olmanın tüm handikaplarını 1974’ten bu tarafa kesintisiz ve sürekli yaşıyor. Buna rağmen yarım asra yakın bir zamandır, varlığını sürdürmesi, nüfusunu artırması, geçimini sağlaması benim nazarımda tam bir başarı öyküsüdür. Kıbrıs’ta yaşayanlara bir dokun bin ah işit ama bence kendilerine haksızlık ediyorlar. Tam bağımsızlık olarak deklare edilen yeni pozisyonu besleyecek olan bir başarı hikayesi var ortada.
Kuşkusuz Kıbrıs’ın bu dayanıklılığının en büyük destekçisi Türkiye’nin maddi manevi desteğidir. Kıbrıs Türkleri genel olarak bu destek için müteşekkirler ama bu desteğin Anavatanın kendi çıkarlarının bir gereği olduğunun da farkındalar. Türkiye de bu desteği hem soydaşlığın bir gereği olarak yapmakta, hem de Doğu Akdeniz’de kara sınırlarına hapsolmamak gibi stratejik bir amaç için yapmakta. Bu nedenle Kıbrıs’ın Türkiye’ye maliyeti kabul edilebilirdir ve zorunludur.
Ulaşım, iletişim, pazarlama, üretim, dağıtım her türlü ambargo nedeniyle mecburen üretemeyen adada, asgari ücretin 5000 TL olması ilk bakışta şaşırtıcı geliyor. Türkiye’ye göre yüksek olan bu rakam hemen kuzeyde Rum kesiminde asgari ücretin 4000 avro olması karşısında küçülüyor da küçülüyor. Ama satınalma gücü bakımında bakıldığında işin rengi değişiyor. Türk kesiminde bir litre benzin 6 TL iken, Rum kesiminde 7 Avro. Yani gelir kadar giderleri var. Rumlar Türk kesimini gezip, alışveriş yapıp, yiyip içip sonra da depolarını doldurup gitmeyi alışkanlık haline getirince, gümrük kapısında benzin göstergeleri kontrol edilir olmuş. Yani fazla aldıkları benzin karşılığı ceza öder olmuşlar.
Rumlar Türkiye’nin stratejik bir hatası sonucu veto hakkını kullanmaması ile AB üyesi oldular. Hem bu üyeliğin tüm imkanlarını tek taraflı kullanarak zenginleşiyorlar, hem de AB’yi tüm kurum ve kuralları ile kullanarak Türk kesimini köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Buradan elde etmek istedikleri sonuç birleşik Kıbrıs’ta Türklerin azınlık statüsü ile yer alması. Türk kesimi ise iki kesimli, eşit haklara sahip, iki federal devlet istiyor. Daha doğrusu yarım asırdır istiyordu şimdi vaz geçti, elli yılda çözülemeyen bir problemin çözülme ihtimali yok olarak görülüyor. Peki her KKTC vatandaşı böyle mi düşünüyor.
Gördüğüm ve işittiğim kadarı ile AB vatandaşı olmak, 4 000 Avro asgari ücrete sahip olmak bazılarına cazip geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın ekibimize verdiği akşam yemeğinde söylediklerimi buradan tekrarlamak isterim.
Birinci Dünya Savaşını kazanan İtilaf Devletleri adına General Sharpi komutasındaki Fransız ordusu Batı Trakya’yı işgal eder. General Sharpi’nin amacı, Wilson prensiplerine uygun olarak (Bölgede hangi millet ve dine mensup çoğunluk varsa, yönetimi o çoğunluğa teslim etmek) Fransa’ya bağlı, manda sistemi kurulmasını sağlamaktır. Bunun için Batı Trakya’da referandum yapılması öngörülür. 12 Mayıs 1919 da temsilciler seçimi yapılır; 5 Türk, 1 Yunan, 1 Bulgar ve 1 Yahudi temsilci seçilir. O tarihte Batı Trakya’da %67 oranında ezici bir Türk çoğunluğu vardır. Oylama Yunanistan bağlanmak ve Fransız mandası seçenekleri bakımından iki seçeneklidir. Oylama neticesinde Fransız mandası 3 oy, Yunanistan’a bağlanmak 5 oy alır. Fransız yönetimine oy verenler bir Musevi, bir Bulgar ve bir Türk delegedir. Öbür dört Türk ve bir Yunanlı, Yunanistan’a bağlanma yönünde oy kullanırlar. Çünkü Türk delegelere Yunanlılar tarafından topraklarına dokunulmayacağı, şeriatlarına karışılmayacağı sözü verilmiştir. Peki sözlerinde durdular mı? 100 yıla varmadan, uluslararası yasalarla garanti altına alınmasına rağmen, Batı Trakya Türklerinin kendi aralarında mülk alışverişleri yasaklandı, kendi seçtikleri müftüler Yunan hükümetince tanınmıyor, doğrudan atama yapılıyor. Halbuki Fransız mandası kabul edilmiş olsa idi, tıpkı Hatay gibi, batı Trakya da çoktan anavatana katılmış olurdu diye düşünüyorum.
Görüldüğü gibi kısa gün kazancının peşinde olanlar, torunlarının geleceğini satmıştır diyebiliriz. Ezelden ebede hür yaşamış bir millete bu zillet çok ağır gelir. Üstelik bu hikayenin temelinde yüzlerce mücahidin ve Mehmetçiğin kanı ve canı varken. Şehitlikler, yaşanan acıların daha dün kadar yakın ve aymazlık gösterirsek hemen yarın tekrarlanacak kadar yakın olduğunu gösteren abideler. Başta Denizlili hemşerimiz Karaoğlanoğlu olmak üzere tüm şehitlerimizi minnetle yad ederiz.
KKTC ekonomik bakımdan kendi ayakları üzerinde durması gerekir. Bunun için sürdürülebilir bir ekonomi ve güvenilir bir hukuk sistemi olması gerekir. Aysiad’ın Kıbrıs gezisi bu düşünceden hareketle yapılmıştır. Gezinin öncelikli amacı KKTC’nin bağımsızlık kararlılığına destek olmaktır. Kıbrıs Türk halkının yalnız olmadığını, Türkiye’nin devleti, milleti ve STK’ları ile onların yanında olduğunu göstermektir.
Bağımsızlığın gerçekleşmesi ve sürdürülebilmesi için ekonomik bağımsızlık önemli bir bileşendir. Anavatandaki şirketlerin, KKTC’deki şirketler ile ticari ilişki kurmaları ve sürdürmeleri KKTC’nin varlık yokluk savaşına önemli bir destek olacaktır. Aysiad’ın, birçok Avrupa ülkesi ve Türk cumhuriyetleri ile olan ticari deneyimlerini kardeş ülke şirketleri ile paylaşmaya hazır olduğu, hem Sayın KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın kabulünde, hem Maliye Bakanı Dursun Oğuz, Ekonomi ve Bakanı Prof Erhan Arıklı ile görüşmelerde, hem de KKTC Ticaret odasında yapılan sunumda Mahmut Çatlık başkanımızın ağzından net bir şekilde ifade edildi.
Onlar da bizlere Kıbrıs Türk Ticaret Odası’da yaptıkları sunumda, ekonomik bağımsızlığı kazanmak bakımından attıkları adımları ve hangi sektörlerde umutvar olduklarını paylaştılar. Kurulduğu günden bu güne turizm faaliyetleri ve gelirleri KKTC’nin vazgeçilmezi. Ortalama konaklama süresi az ama 2,5 gün ile 1,5 gün olan Denizli’den daha başarılı.
İkinci sırada eğitim faaliyetleri geliyor. 20 civarında uluslararası üniversitede 100 000 civarındaki öğrencinin 50 000’i Türkiye’den gelirken, 40 000’nin başta Afrika olmak üzere diğer milletlerden gelmesi hakikaten takdire şayan.
Son olarak da tarımsal faaliyetlerden beklentileri var. Hellim peynirinin coğrafi işareti kendilerine ait olmasına rağmen Rum tarafının 300 milyon dolarlık ihracat yaparken, kendilerinin bunun onda birinde kalmalarını kabul edemiyorlar. Gezen ve uluslararası ilişkileri olan bizim gruptan hellim peynirini KKTC ile birlikte anmamızı ve tüketmemizi istediler. Markalaşmanın tüketimden geçtiğinin farkındalar. Dost ve kardeş ülke Azerbaycan’nın Hellim peynirini Rum kesiminden ithal etmesini anlamlandıramıyorlar. Dünyanın asiditesi en düşük zeytinyağını üretmelerine rağmen bunu değerlendiremiyorlarmış. Narenciye, keçi boynuzu ve enginar diğer ekonomik ürünleri oluşturuyor. Su yetersizliği nedeniyle ekilip dikilmeyen oldukça geniş araziler var, buraları tıbbi ve aromatik bitki üretimi için uygun olabileceği düşünülüyor.
Adanın su sorununu çözmek için Türkiye’den çekilen boru hattından gelen su ile tarımsal sulama da yapabilecek olmanın heyecanını yaşıyorlar. Böylece aynı topraklardan yılda iki ürün alabilmenin hayalini kuruyorlar.
En stratejik ekonomik sorun enerji üretimi ve maliyeti. Alım garantili sıvı yakıt termik santralin süresi 2023 te doluyormuş. Yeniden aynı yöntemin devamını hem mümkün görmüyorlar hem de istemiyorlar. Heyetimizden Yusuf Kabukcu güneş panelleri önerdi.
Tek tük sanayi tesisleri de var. Bir alüminyum fabrikası gezdik. Sahibi bize yaptığı pencere ve kapıların kalitesini anlatmayı bitirince Erol Akça gayri ihtiyari imalat yok di mi diyerek dilimdeki soruyu soruverdi. Fabrika sahibi var dedi ve gezmeye devam ettik. Türkiye’den ithal edilen alüminyum kütükler fırınlarda eritilip önce mamul maddeye çevriliyor sonra da son kullanıcı ürününe. Bunun gibi bir kahve üretim tesisi ve bir mutfak mobilyası üretim tesisi gezdik. Ben tesislerin kapasitesinden ziyade sahiplerinin yaptıkları işten duydukları gururdan etkilendim. Bu gurur ülkeyi sahiplenmeye doğru uzar gider.
Tabi tüm bu alanlarda mal ve hizmet üretebilmek için insana ihtiyaç var. Ama maalesef kalifiye eleman sorunu Türkiye gibi onlarda da var. Ticaret odası başkanı dedi ki; benden mimar isterseniz asgari ücrete bulabilirim, ama duvar ustası isterseniz asgari ücretin iki katını vermeniz gerekir. Bu nedenle Bangladeş, Pakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ülkelerin vatandaşlarını ucuz işgücü olarak kullanıyorlar ama beş Pakistanlı bir Türkün ürettiğini ancak üretir diyor. Olsun bu dost ve kardeş ülkeler ile akrabalığı pekiştirmeye yönelik bu toplumsal yaşantı da az bişey değil. Yetkin bir duvar ustasının yanına beş yabancı çalışan ile işleri yürütmeye çalışıyorlarmış. Hizmet sektöründe ise daha çok öğrenciler çalışıyor. Hem çalışıp hem okumak Kıbrıs’taki üniversitelerin önemli bir avantajı olsa gerek. Afrikalı garsonlar çat pat Türkçeleri ile oldukça sempatikler.
Söylemeden geçmeyelim pandemi ülke ekonomisini çok derinden etkilenmiş durumda. Etkisinin kaybolacağı günleri iple çekiyorlar. Dile kolay, pandemi ile birlikte 90 000 öğrenci yani tüketici kaybolmuş durumda. Üniversitelerin açılması ile birlikte esnafın yüzü biraz gülmeye başlamış. Sektör çeşitlemesine gitmenin gerekli olduğunu yaşayarak görünce organize sanayi sitesi planlamasına girişmişler.
Bizi kabul eden iki bakan Anadolu kökenli idi. 1974 barış harekatından günümüze epey Anadolu vatandaşı adaya göç edip vatandaşlık edinmiş gibi. Kıbrıs’ın yerlisi ile göçmenler arasında hafif bir sürtüşmenin olmasını normal karşılamak gerekir. Şöyle bir düşünsenize, Anadolu’nun kendi içindeki nüfus hareketliliğinin bile kendine has sorunları oluyor. Kaldı ki kaynakları ve nüfusu sınırlı bir adaya olan göç kolayından hazmedilemez.
Kıbrıs’ın yerel halkının görmesi gereken önemli bir faktör var. Nüfus uluslararası sorunların çözülme sürecinde en önemli faktördür. Hiçbir hukuk ve kurum nüfusu görmezden gelemez. Örneğin ne Türkiye, ne de Avrupa şu anda ülkelerinde barındırdıkları göçmenleri yok sayamazlar. Her türlü çözümün ve çözümsüzlüğün bir bileşenidir nüfus. Bu vesile ile Denizli’den göçenlerden oluşan bir köyün olduğunu öğreniyoruz.
1974 Barış Harekatı olduğunda Türkler Rum nüfusun dörtte biri kadarmış. Şu anda yarısına ulaşmış durumda. Herhangi bir çözüm bu durumu göz önünde bulundurmak durumunda. Nüfusun önemli olduğunu onlarda bilir. Bundan sonrasını bize rehberlik yapan mücahitten dinleyelim.
Mücahit 1974 öncesi dönemde bir çarpışmada yaralanır. Tedavi için Türkiye’ye gelmek ister. Bunun için resmi kurumlara başvurduğunda kendisine Avusturalya’da iş, ev ve dolgun maaş teklif edilir. Maksat Türk nüfusunu azaltmaktır. Dedik ya bizim ki mücahit, onun da tek amacı var Kıbrıs’ta Türk varlığını korumak. Tabii ki kabul etmemiş. Şu fedakarlıkların ve şehitlerin hatırını düşünen hiç kimse Avrupa’nın paralı dünyasına milletini satmaz diye düşünürüm.
Son olarak politik ve stratejik bir karar ile açılmasına karar verilen Maraş’a değinmek isterim. Maraş Magosa kentinin bir mahallesi. Burası 1969 yılında, iç huzursuzluğun başlaması ile birlikte Lübnan’dan kaçan eğlence ve tatil sektörünün mekanı olmuş. Barış harekatından sonra burası Rumlar tarafından boşaltılmış. Kuzeyden gelen Türklere Rumların terk ettiği evler verilirken, kuzeye göç eden Rumlar da Türklerden boşalan evlere yerleşmişler. Türklerin nüfusu az olduğundan, Maraş bu iskan politikasının dışında tutulmuş. Hani iki toplumlu iki kesimli bir federal devlet kurulur ise, ikinci bir göç sorunu olmasın gibi. Ama ne yazık ki Rumlar eşit haklara sahip iki milletli bir çözümü kabul etmedikleri için Maraş dahil bazı toprak tavizlerinin anlamı kalmamış.
Bu arada Rumlar AİHM’de açtıkları tapu davalarını kazanmaya başlamışlar. Her ne kadar Kıbrıs’ın neredeyse tamamı Osmanlı vakıflarının malı olmasına rağmen, buradan kazanılacak mülkiyet hakkını tarihin bir yerlerinde bırakmış olmalıyız.
Neticede Türk tarafı ve Türkiye devleti diyor ki, gelin tapularınızı sahiplenin, bırakıp gittiğiniz evleriniz ve işyerleriniz sizindir. Şimdilik 350 civarında başvuru olmuş. Başvuru yapan Rumlara diğer Rumlar iyi gözle bakmaz olmuş. Bakalım bu iş nasıl seyredecek. Bu yeni açılım uluslararası toplumun ve medyanın da ilgisini çekmiş durumda. Biz Maraş bölgesini gezmeyi yeni bitirmiştik ki İsviçre televizyonu bizimle röportaj yapmak istedi. Bazı tuzak soruları ve meraklarına karşılık bu açılımın barışa hizmet edeceğini vurguladım.
Biraz da Maraş gezimizden bahsedelim. Maraş’ı önce tel örgüler boyunca dışarıdan gezdik. Bu hali ile gizemli bir havası var, yani tel örgünün arkasında ne var merakı. Sonra % 5 kadarı ziyarete açılan Maraş’ı gezdik. Burası bir Safranbolu ya da Buldan değil. 50 yıl öncesinin modern ve lüks mimarisini düşünün. Ama terk edilmişlikteki hüzün, asfalt yolların arasından çıkan bitkilerin kapattığı sokaklar, savaşın insanoğlunun hayatında yarattığı keskin değişiklikler, muhtemel kayıplar ve hüzünler. Burada kastettiğimi kayıp tamamiyle maddi. Yoksa tek tük şarapnel izleri bize burada yok denecek kadar az bir çatışmanın olduğunu söylüyor. Sadece üzerinde uçaksavar olan bir otel binası Türk jetleri tarafından yerle bir edilmiş. Türk askeri, bölgenin boşaltılması için iki gün süre tanımış, yani sanıldığı ve iddia edildiği gibi ne bir yağma ne bir zulüm. Savaş hukuku kazanan kaybeden için ne diyorsa o. Yıllarca bu insanların eşyalarına dokunulmamış. Ne zaman ki ortalık fare yuvasına dönmüş evlerdeki eşyalar BM gözetiminde mecburen boşaltılmış.
Maraş bu hali ile en temiz savaş neticesi bile yaşanabilecek travmayı anlatmak bakımından bir açık hava müzesi gibi kullanılabilir. Çok ziyaretçisi olacaktır diye düşünüyorum. Maraş’ın yerleşim alanının çok küçük bir bölümü açılmakla birlikte o güzelim plajının tamamı kullanıma açılmış. Yani ziyarete değecek bir hikaye ve aktivite imkanı var diyeyim ben size. Bu turizmin adını da buldum; “Temiz Savaş Açık Hava Müzesi”
Kalesi ve 1000 yıllık geçmişe dayanan mimari eserleri ile Magosa başlı başına bir turizm beldesi. Anlayacağınız içinde Maraş’ı ve şahane sahilleri kapsayan Magosa gezilip görülmesi gereken bir destinasyon.
Gezimizin verimli ve sorunsuz geçmesi için olağanüstü gayret sarfeden Aysiad başkanımız Mahmut Çatlık’a ve bizimle güzel bir ekip oluşturan EKO Avrasya’nın başkanı Hikmet Eren’e teşekkür ederiz.
Tüm resmi görüşmeler boyunca bizi yalnız bırakmayan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Turgay Deniz’e Teşekkür ederiz.
En ayrıcalıklı teşekkürü de bizi huzura kabul eden KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’a ederiz.