Aşağıdaki yazı Eylül 2014 tarihli Denizli Gazetesi köşe yazım. Sosyal medyada aşağıdaki afişi görünce yazımı hatırladım;
Aşağıdaki yazı Eylül 2014 tarihli Denizli Gazetesi köşe yazım. Sosyal medyada aşağıdaki afişi görünce yazımı hatırladım;
Yukarıdaki Latince deyim hekimlik uygulamalarının temel kurallarından biridir. Hekim adaylarına tıp eğitimi verilirken bu deyim oldukça sık kullanılır ki, kafalarında bir nosyon oluşsun. Başlıktaki Latince deyimin açılımı “Önce Zarar Verme” şeklindedir. Türkiye’de hasta hekim ilişkileri öyle bir seviyeye geldi/getirildi ki artık biz hekimlerin temel kuralı “Önce Kendini Koru” oldu diyebiliriz. Nitekim kendini koruma nosyonu kafada öncelik kazandığından hekimler cildiye vb riski az branşları, kadın doğum vb riski yüksek branşlara tercih eder oldular ve bu nedenle Tıpta Uzmanlık Sınavında risksiz branşların puanları çok yükseldi.
Her ay en az bir hekime yönelik şiddet haberi basına düşüyor. Bunca sağlık çalışanı ve hekimin olduğu Türkiye’de bu sayı çok görülmeyebilir. Ama biz sağlıkta dönüşüm öncesi bu tür olaylar görmüyor idiysek bir düşünmemiz gerekmez mi? Hem hiç hakime, savcıya, vergi memuruna, tapu çalışanına şiddet uygulanmıyorsa bu kurumlarda işlerin yolunda gittiği anlamına gelir mi? Kısacası biz hekimler hedef gösterildiğimizi düşünüyoruz.
Son olarak Denizli’de bir özel hastanede çalışan arkadaşımız Prof Dr Erdal Coşkun, kat hemşiresine karşı sözlü şiddette bulunan bir hasta yakınını sükunete davet ettiği için şiddete maruz kaldı. İşin ilginç tarafı şiddet eylemi bir anda parlayan ve sönen öfke belirtisi şeklinde değil. Kişi sözlü münakaşadan sonra gidiyor ve 15-20 kadar adam toplayıp tekrar hastaneye geliyor. Hekimin hastane dışına çıkmasını bekliyorlar. Tesadüfen aynı hasta yakını ile asansörde karşılaşıp, münakaşa tekrarlayınca dışarıda bekleyenler içeri girerken araya hastane çalışanları giriyor ve hekimi kurtarıyorlar.
Denizli de çalışmaya başladığım günden bu tarafa bir hasta hariç hiçbir hastayı dışarı sevk etmedim. Sevk ettiğim hastanın sağlık sorununu çözmek benim imkanlarım dahilinde idi. Ancak hastanın tavrından işler yolunda gitmez ise şiddet uygulama ihtimalinin olduğu kanaatine vardım. Benden daha iyi doktorların olduğunu söyleyerek o hastayı Ankara’yı önerdim. Görüldüğü gibi şiddet hasta hekim ilişkisinde ve iletişimde yeni bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Bu ilişki tarzının kaybedeni hastadır. Kendi mahallinde görülebilecek bir iş için bir başka şehre gitmek zorunda kalacaktır. Diğer hekimlerin de uzak durma saikiyle hareket etme ihtimalini gözden uzak tutmamak lazım.
Hekimler isterlerse kendilerin koruyabilecek kadar akıllı insanlardır. Kendilerine bela olma ihtimali olan durumlardan kaçınabilirler. Hastalar bunu fark etmezler bile. Bu durum literatüre “defansif tıp uygulamaları” olarak geçti bile. Defans önce kendini korumak sonra eyleme geçmektir. Sağlıkta dönüşümün en büyük başarısı, vatandaşın hekime ulaşabilmesini kolaylaştırmak olmuştur. Ben bu başarıyı alkışlıyorum. Ancak böyle giderse hekime ulaşmak sağlığa ulaşmak anlamına gelmeyecektir.
Bir kalp cerrahının ve hemşirenin AİDS hastasına kalp ameliyatı yaparken HIV virüsü kaptıklarını okudum. “Hekimlik hastanı tedavi etmeye çalışırken ölümcül bir hastalığı kapma riskini göze almak idi; şimdi dayak yemeyi göze almak oldu” diye düşündüm.
Arkadaşımız Prof Dr Erdal Coşkun’a uygulanan şiddeti kınıyorum.