Köyden bir asker çıkar. Subay veya astsubay ferketmez, bayramda seyranda resmi kıyafeti ile köye gelir, mahallenin çocukları asker olmak isterdi.
Köyden bir öğretmen çıkar, giydiği kıyafet, oturması konuşması insanların dikkatini çeker, köyün çocuklarından öğretmen olmaları istenirdi.
Köyden bir mühendis çıkar, birkaç yılda aldığı araba ile köyün ağasını geride bırakıverir, köyün çocukları daha iyisinin olduğunu fark ederdi.
Doktorluğu hiç saymıyorum, o ezelden beri çocukların ve ailelerin kızıl elmasıydı.
Hayat güzel örnekler üzerinde şekilleniyor. Hoş şimdi kızıl elmaya, yani doktorluğa ulaşanlar bile büyük hayal kırıklığı içindeler ya neyse, biz devam edelim.
Naim Süleymanoğlu başarınca ardından bi çok şampiyon haltercimiz oldu.
Şimdilerde gençlerin idolü Selçuk Bayraktar ve insansız hava, kara ve deniz araçları.
Bu duygularla dolaştım, Nihat Zeybekçi Kongre Kültür merkezindeki “Bilim, Sanat Ve Teknoloji Genç Yetenekler Festivali” sergisini.
Bi o çocukların gözlerindeki heyecanı, kafalarındaki hayali düşündüm, bir de memleketimizin torpile dayalı iş, makam, mevki sahibi olunabilen uygulamalarını. KPSS sonrası mülakatı bile kaldıramadık.
Liseden, hatta ortaokuldan başlayarak, üniversiteler dahil, eğitim kurumlarımız insan öğütmek üzerine kurulu. Okullara hayallerini geliştirmek için, yani eğitim almak için gelenlerle, sosyalleşmek için gelenleri aynı kampüsün içine doldurduğumuz, ihtiyacımızın çok ötesinde üniversiteler ile oyalanıp duruyoruz. Bunun sonrası patinaj.
Elbette ki Bayraktar’ın öncülüğünü ve rol modelliğini yaptığı umut ışığını yadsıyamayız. Ama eğitim-uygulama-inovasyon yolculuğunun tenceredeki mısır taneleri gibi olması gerektiğinin de farkında olmalıyız. 100 yıllık cumhuriyetin modern eğitim ve modern üniversite üzerine kurulu yolculuğunda, tıpkı ısıtılan mısır tanelerinin ardı sıra patlayarak çiçek açmaya durduğu gibi; tıp, felsefe, genetik, fizik, kimya, hasılı hayatın hemen her alanında inovatif çiçeklerin açmasını beklerdik.
Çiçekler muhakkak ki açacak ama hızla kaosa doğru sürüklenen dünyada süreç zamana ve bize bırakılmayabilir diye endişeleniyorum.
Kısaca demek istiyorum ki; eğitebileceğimiz kadar öğrenciye imkanlarımızı yığarak süreci hızlandırmamız gerekiyor. Üniversitelerin kontenjanları sınırlandırılarak başlayabiliriz. İyi üniversitelerden az mezun verirsek, mezunları mülakat ile alınsalar bile belirli bir seviyenin üstünde olurlar.
Yok hayır üniversiteleşme sürecinden geri dönüş olmayacak ise, KPSS de mülakatı kaldıralım. Çocuklarımızın kafasında çalışırsam, eğitimin hakkını verirsem, başarırsam, bu işin sonu bahar olur dedikleri, öngörülebilir bir süreç hayali olsun. Olsun ki motivasyonları hep yüksek olsun.
İçinden çürüyen bir ağacın, bir süre daha çiçek açmasına aldandığımızı fark ettiğimizde, artık geç olduğu gibi, toplum çürümesi de geç fark edilen ve telafisi olmayan bir durumdur diyerek feryadımızı şuracığa koyalım.