Elli sekiz yaşıma geldim hala bu hayat pahalılığından...

Elli sekiz yaşıma geldim hala bu hayat pahalılığından ve enflasyondan kurtulamadık böyle giderse ölünceye kadar da kurtulacağımız şüpheli. Bu yazıyı yazmaktaki amacım siyaset yapmak değil elbette, bu gidişe dur diyebilecek bir babayiğit göremeden ölüp gideceğiz galiba.
Bu enflasyon canavarı ile tanışmamız çocukluğuma rastlar o zaman kahvehanelere gelen günü geçmiş gazetelerde karikatürünü görürdüm bu canavarın, aradan elli yıla yakın süre geçti hala tuş edemedik bu mereti.
Her akşam haberlerde hayat pahalılığının, geçim derdinin yurdum insanını ne kadar zor durumda bıraktığını izliyoruz. Açık oturumlara çıkan kelli felli adamlar bunun nedenlerini ve çözümlerini, anlatıp duruyorlar fakat piyasaya bir faydası yok.  Sokak röportajlarında bir kesim “çalıştıracak insan bulamıyoruz” diye beyanat veriyor, hükümet yanlısı olduğunu tahmin ettiğim bir kesim de “memleket iyi durumda herkesin elinde son model telefon var, araba var, biz zekat verecek insan bulamıyoruz, otoyollar, köprüler, alt geçitler, üst geçitler yapıldı, memleketimiz çağ atladı, Almanya bile bizi kıskanıyor” diyor, bir kesim ise “hayat son derece pahalı ay sonunu getiremiyoruz” diye feryat ediyor. Şimdi çık işin içinden çıkabilirsen.

Gençler hatırlamaz ama bizim yaştakiler iyi bilirler, Başbakan anayasa kitapçığını Cumhur reisinin suratına fırlatınca çarşı karışmıştı, bunu fırsat belleyen enflasyon canavarı memleketin tepesine çökmüş dolar bir günde üç kat artmıştı. Battığımızı gören IMF (Uluslar arası para fonu) telaşlanmış ve alacaklarını tahsil edip yeni kredileri onaylamak için ekonomimizin başına Dünya bankasında çalışmış Kemal Derviş diye bir adamı 03 mart 2001 de ekonomiden sorumlu devlet bakanı yaptı. Sonuç mu? Uygulanan tedbirler sonucu birçok banka battı, batan paranın elli milyar doları aştığı söylendi. Bir süre rahatlamadan sonra adamı küstürüp gönderdik geldiği yere. O günden sonra bu enflasyon canavarı semirdi de, semirdi. Bu canavar canlı bir şey olsa alacam elime tüfeği alnı çatına yapıştırcam sıkıyı, gebersin gitsin de gurtulalım dicem emme! Öyle bir şey değil ki mübarek, güzel yurdumun tepesine çöktü gitmeye de pek niyetli değil.
            Bu işin dışarıdan adam getirmekle olmayacağını acı deneyimlerle anladık. Bize o zamanın meşhur tabiri ile çok acı ilaç içirdiler fakat bir faydasını göremedik. Ekonomi arz talep meselesidir, ilkokulu bitirmiş bir çocuğa sorsak ‘’evladım sizin bir köy eviniz var diyelim, bu evin avlusunda beş tavuğunuz var, bu tavuklar her gün beş yumurta yapıyor fakat sizin evde sekiz kişi yaşıyor ne yapmalı?’’ Diye vereceği cevabın şu olacağından eminim ‘’üç tavuk daha besleriz hepimize yetecek yumurtamız olur’’. Ekonomi bu kadar basit işte, üretimin tüketimine yetmiyor ve malın üretim maliyeti yükseliyor ise o malın fiyatı sürekli artar. Marketleri denetlemekle fiyatların düştüğü nerede görülmüş üretimi arttırmadıktan sonra ( Ekonomi bakanı olacak adamım ya! Neyse)
Çocukluğumuzda köyde yaşarken para kullanmadığımız için enflasyon neyim pek bilmezdik. Bakkaldan ihtiyacımız olunca kümesten yumurtaları kaptığımız gibi gider, takas ile alacağımızı alırdık, mahalleye gelen çerçici den kuru üzüm karşılığı bisküvi, gofret, leblebi, fındık, fıstık naylon leğen, naylon tas vb. Hatta yöremizde olmayan kestane gibi meyveleri de kuru üzüm ile değişirdik. Ürettiklerimizi takas edip aza kanaat ederek mutlu, mesut yaşayıp giderdik. Şimdi kimse üretmiyor, herkes tüketici olmuş, birde şikayet ediyorlar hayat pahalı diye, enflasyon canavarı da bize kahkahalarla gülüyordur eminim. Ne acı!
  Sonuç olarak yaz mevsiminde yirmi liraya taze fasulye, beş liraya domates, on beş liraya bamya, kırk liraya beyaz peynir, yetmiş beş liraya tereyağı, yirmi iki liraya ay çiçek yağını alırsın. Tabi ki! Gelirin müsait ve paran var ise.
Bu fiyatlar kışın ne olur? Derseniz onu da hökümet adamları düşünsün gari! Her şeyi ben mi? Diyvecen!