Aydın Denizli Otoyolu için kullanılacak olan agrega adı verilen niteliksiz taşlardan oluşan dolgu malzemesinin temini için yetkililer, Çökelez dağının eteklerinde bir yer göstermişler. İhaleyi alan firma faaliyetine başlamış. İddia odur ki “ÇED raporu gerekmez” yazısı Denizli’ye ulaşmadan işe başlamış, 2200 civarında ağaç kesilmiş. Asıl önemli iddia ise bu taş ocağından savrulan tozun kekik tarlalarına zarar vereceği yönünde. İşte o zaman bi duralım. Yörenin kekiğinden biraz bahsedelim.


Yörenin toprağı kekik üretimine uygun. Dahası başka ürünlerin üretimine de pek uygun değil. Yani kekik bu bölge için tam bir nokta atışı, vazgeçilmez, ikamesi olmayan bir ürün. Yörenin toprağından hasat edilen kekiğin yağ oranı başka coğrafyalara göre ileri derecede yüksek. Yani kaliteli ve verimli bir tarımsal uygulama söz konusu. Tescili de yapılmış. Türkiye’nin doğal kekik ihracatının % 80’i buradan karşılanıyor. Yıllık girdi 50 milyon dolar civarında, 5 bin aile kekikten geçimini sağlıyor. Yani gözümüz gibi korunması gereken bir ürün ve geçim kaynağı söz konusunu.  Pamukkale Halk Eğitim Merkezi’nin, kekik tarlalarında çalışan geçici işçilerin çocukları için yaptığı tamamlama eğitimini yerinde görmek için gittiğimde, yöre insanının tıbbi ve aromatik bitkilerden beklentilerine bizzat şahit oldum.
Tesadüf bu ya şehrimizin ünlü hafriyatçılarından biri bu ara hastam oldu. Konuyu açtım biraz bilgilendim, yakınmalarını aktarmak isterim. Sözcüsü olmak adına değil, bilgi sahibi olalım bi dinleyelim adına;

“Taş ocaklarında dinamit patlatıldığı doğru değil, patlayıcılar artık sadece malzemeyi gevşetiyor. Partikül hareketine sebep olmuyor. Buna rağmen taş ocaklarına kuş uçuşu bir kilometre uzaklıktaki evlerin camlarının kırıldığı iddia edilebiliyor. Bizim şantiyelerimizde de cam penceresi olan yapılarımız var, nasıl oluyor da ocağın dibinde onlar kırılmıyor. Söz konusu taş ocağı ile tarlalar arasındaki mesafe uzak.“

Bak şimdi, ağaç ve bitki örtüsüne verilen zararı, yani çevreye verdiği zararı da sorsam iyiymiş, o eksik kaldı. Neyse bu yazının öznesi taş ocağı ve kekik değil zaten, toplumun farklı kesimleri arasındaki güven bunalımı, devam edelim;

Baklan ovasında bir yatırımcı 2 bin dönüm arazi toplamış, buraya kiraz meyvesi dikmiş. Malum son yıllarda dolu yağışında bir artış var, yani meyveler dolu tehdidi altında. Firma dolusavar diye bir cihaz ile dolu yağışı ile baş etmeye çalışıyor. Bu sene yağmur yağmadı ya, yöre insanı yağmayan yağmuru bu dolusavardan olabileceğini düşünüyor. Şimdi bu dolusavar veya dolu topu üzerinde biraz duralım;
Basına düşen haberlerden öğrendiğimize göre dolu savar dolu yağdırması ihtimali olan bulutları bir radar vasıtası ile tespit ediyor ve buluta doğru ultrasonik dalgalar göndererek dolunun yağmur şeklinde yağmasını sağlıyor. Dalgaları yayarken top atışı şeklinde bir ses çıkardığı için cihaza dolu topu da deniliyor. Cihaz Türkiye’de beş yılı aşkın bir süredir kullanımda ve Tarım bakanlığı tarafından destekleniyor. Cihazın ne doluyu engellediğine ne de yağmuru engellendiğine dair bilimsel bir kanıt yok. Cihazın etki alanı bir kilometre kadar. Yani bizim örneğimiz olan Baklan’a gelecek olur isek, cihazın faydası da zararı da bir kilometrelik alan için geçerli.

Basın haberleri ile yetinmedim, üşenmedim bilimsel literatürü araştırdım. Buna göre; dolu topu zararsız bir yöntemdir, yağmur bulutlarını yöreden uzaklaştırmaz; dolu oluşumunu engeller, böylece yağış yeryüzüne yağmur, sulu kar veya küçük dolu şeklinde ulaşır; 150 yıldır bilinen bir yöntemdir, Avrupa ülkelerinde kullanılmaktadır. Etkin olduğuna dair kanıt değeri yüksek bilimsel bir veri yoktur.

Dolusavarın yağmur bulutlarını engelliyor olma ihtimali üzerine verilen tepkileri ve yorumları anlamaya çalışıyorum. Bu insanlar cihaza mı karşı, yatırımcı tarım firmasına mı karşı, yörenin yöneticilerine mi, iktidara mı, İsrail’e mi, Amerika’ya mı, topyekün herkese mi karşı anlayamıyorum. Neydi o slogan “çarşı her şeye karşı” bir halimiz var.

Tam bir güven bunalımı içindeyiz. Toplum içinde farklı kesimler birbirine güvenmiyor. Toplumdaki fay hatları devamlı açılıyor. Bu gerginlikten doğruya güzele ulaşamayız. Ortada sadece iddialar konuşuluyor, bilimsel veri ve bu veriye dayalı bir çıkarım yok.

Bu yol çıkmaz sokak buradan dönmemiz gerekir. Bu konuda görev hepimize düşer ama en çok erk sahiplerine yani iktidara düşer. Sabırla insanları muhatap almak, onların ne dediğini ve istediğini dinlemek gerekiyor. Meseleyi bir taş ocağına indirgediğimiz zaman yanılacağımızı düşünüyorum. Mesele gelir dağılımının sürekli bozulmasına bağlı olarak geçim derdine düşen insanlarımızın içinde bulunduğu öfke diye düşünüyorum. Taş ocakları bu işin bahanesi oluyor gibi.

Taş ocağı açılacak alanda hafriyat 03 Mayıs’ta başlatılıyor. ÇED Raporu gerekmez yazısı Güzelpınar muhtarlığına 07 Mayıs’ta ulaşıyor. Rapora yapılabilecek bir itirazın, 30 günlük süresini beklemeyen firma kime güveniyor. Böyle bir durumda vatandaş kime güvensin?..
Taşocağından çıkan ve kekiklerin üzerine serpilen tozun kekiklerin yağ oranını düşüreceği ve hatta kekiğin kurumasına yol açacağı gibi bir iddia var. Böyle durumlarda bilim adamları nerede, PAÜ nerede desem haksız mıyım?

Neticede köylülerin koyduğu tepki ve Denizli Valimiz Fuat Atik’in yerinde incelemesi sonucu taş ocağı faaliyeti durduruluyor. Konuya gereken hassasiyeti gösteren Güzelköy Mahalle Muhtarı Ergün Gürsoy, Denizli vekilimiz Gülizar Biçer Karaca ve Denizli Valimiz Fuat Atik’e teşekkürler.
Prof. Dr. Bülent TOPUZ