Murathan Mungan’ın “Kaf Dağının Önü” kitabını okudunuz mu?

Yazarla ilk defa tanışmamı sağlayan kitabı okuduktan sonra ve bunca yıl neden denk gelmemiş, sıra gelmemiş diye hayıflandığım bir yazar olarak zihin kıvrımlarımda yerini alır.

**

Kaf Dağının Önü; ‘Suret Masalı’, ‘Gece Masalı’ ve ‘Kağıttan Kaplanlar Masalı’ isimli üç bölümden oluşuyor.

İlk baskısı 1994 yılına ait eser yıllanmış şarapmışçasına okuyucuya derin bir okuma lezzeti sunar.

Kitap, imgelerin gücü ve insan ruh halinin gelgitleriyle adeta okuyucuyu çakırkeyf yapar. Sığ düşünce limanlarından açık denizlere çeker, duygu dünyanızı köpük köpük kabartır, bireyden topluma toplumdan bireye düşünce formları ile sizi ıssız fikir adalarına sersemleterek bırakır.

**

Kitabı bitirdikten sonra yazar ve eser hakkında araştırmalar yaparken Murathan Mungan’ın hayatı ve edebi kişiliği üzerine incelemelerde bulunan makaleleri de okudum. Bu tarz kitap-yazar derinleşmelerini açıkçası oldum olası seviyorum. Hızlıca yeni bir kitaba geçmektense kitabı biraz daha özümsetecek, demlendirecek, durup düşündürecek okumaları her zaman sizlere de öneririm.

Mungan’ın yazı karakteristiğinde hüzün, sistemin bireye dayattığı roller, bu rollerin bireyler tarafından istemsizce üstlenilmesi kesif bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Bireyin kendisi olamaması ve kendisi olamamanın trajedisi; toplumun küflü, tozlu, çürümüş ama buna rağmen çelikten güçlü kollektif ruhunun eziciliği karşısındaki çaresizliği yazarın kaleminden imbik imbik okuyucuya süzülüyor.

Velud bir şair/yazar olan Mungan’ın şiir, tiyatro, hikaye, roman, deneme, film senaryosu, şarkı sözleri gibi çok yönlü eserler ortaya koyması sanata olan merakı ve arzusunu, sabrını, emeğini büyük bir yaşantı/düşünce zenginliğiyle gözler önüne seriyor.

**

Mitolojide geçen,  Kaf Dağı’nın tepesinde yaşayan Zümrüd-ü Anka (Simurg) kuşunu hatırlarsınız.  Bu kuşun, yaşadığı, insanlar gibi düşünüp konuştuğu, çok geniş bir bilgi ve beceriye sahip olduğu, kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yaptığı ileri sürülür.

“Kaf Dağının Önü” eserini okurken de Zümrüd-ü Anka’ya ulaşır mısınız bilmem ama geniş bir düşünce yüksekliklerine erişebileceğinizi hayal ediyorum.

Kitaptan altını çizdiğim, üzerinde uzun uzun düşündüğüm alıntıları paylaşarak bu yazı masalına da son veriyorum. Sevgiyle ve kitaplarla kalın…

**

Çelişkilerime katlanamıyorum artık.  Çelişkilerimi katlanılması gereken bir şey olarak gördüğümden midir, nedir? Katlanamıyorum. Gün günden kişiliğim parçalanıyor, birçok insan oluyorum. Birbirini sevmeyen, birbiriyle geçinemeyen birçok insan…

*

Bireye karşı toplum. Bireyi ezen, bireyi yok eden bir eden karamasal. Masal siyahı kalabalıklar. Herkes sonunda bir halk düşmanı olacak.

Sosyal ölüm. İşte kurtuluş çaresi! Huzurlu ve onursuz. Onaylanmaların kolaycı rahatlığında yaşayıp gitmek.

*

Silik yurttaşların memleketi, dünyanın en geniş haritası. Düşünceleri de kendileri gibi ortahalli insanlar. Çokulusluydular; dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı. Ortalama düşünce, ortalama beğeni bu dünyanın yerçekimiydi.

*

Delirmek, o kıl payı, o her an üzerinde gezindiğimiz sırat köprüsü. Bizden çok uzak olmayan ülke. Hatta sınır komşusu. Delilik biriktiriyordu. Kafası artık bir uçurum. İnsanlarla kendi arasında bir uçurum…

Ansızın gelmiş bir cinnet değil bu. Usul usul biriktirilmiş bir delilikti. Bütün zorlu delilikler gibi.

*

En yalın şeyleri karmaşıklaştırıp, en karmaşık şeyleri de kolay ve ucuz dillerle çözmeye çalıştık.

*

Sürekli koşuyor Faris. Hiçbir şeyin üzerinde derinlemesine düşünmeden koşuyor. Kendini bir yaban atına benzetiyor. Issız bir bozkırda sürekli koşan bir yaban atına…

*

Reddedilmenin tapındıran büyüsü…

*

Her an insana bir sınav heyecanı ve gerilimi yaşatan titiz bakışları, seçilmiş soruları, ölçülü suskunluğu…

*

Kekeme dostlarla, dostluklarla konuştu. Horladığı bir dünyanın övgüsünü istiyor şimdi. Aşağıladığı insanların alkışlarına gereksiniyor.

*

Bu kalabalığı, bu insanları çok mu önemsiyorsun? O zaman hiçbir şey yapamazsın inan. Bunları unutmaya bak! Hiçbir şeye aldırış etme. Yargılar kaypaktır, çok çabuk değişir. Dünyada güzel olarak ne yapılmışsa halka rağmen yapılmıştır. Lanetlenmeyi göze almayan bir insan hiçbir şey yapamaz.

*

İlişki mezbahaları.

*

Kahrolsun! Yaşasın! Dünyanın bütün sloganlarından tiksiniyorum. Tümünde insanı ahmaklaştıran, gerçeği daraltan, hayatı kısırlaştıran bir şey var. Her tür slogan bir putperest duası.

*

Başkalarını dertli gördüğümüz zaman seven insanlarız biz.

*

İnsan onuru, insana duyulan saygı ayaklar altında çiğneniyordu. İşte, bireyini yetiştirememiş toplumun kollektif ruhu! İtilmeye, kakılmaya, horlanmaya, güdülmeye alıştırılmış, alışmaya da dünden hazır o beyin vebasından mustarip karakalabalık.

*

Şimdi kim bilir, kaç ülkede, kaç insan, kaç karanlık odada radyon dinliyordur? Ne kadar kalabalık, ne kadar çokuluslu bir yalnızlık bu.

*

Daha iki kişilik ilişkilerimizi bile üretemezken, koca bir devrimi gerçekleştirmekten söz ediyorduk.

*

Her hesaplaşmasını içki masalarına erteleyen bir toplumuz. Zayıf anlarımızda içtenleşiyoruz çünkü. Güçsüz yenik anlarımızda. İçtenliğimiz bile yenikliğimize bağlı.

*

Acılarımıza vakanüvis olmak! (Olayları saptayıp tarihe geçirmekle görevli tarihçi.)

*

Sarhoşların, köpeklerin, evsizlerin, işsizlerin, yoksulların, orospuların, ibnelerin, hırsızların, kundakçıların, yankesicilerin ve bilcümle hayatın dışına itilmişlerin mutsuz ayakları altında çiğnensin masalımız.

*

Gece, yarasa iklimi. Gece, insanın benliğini ve belleğini ikiye bölüyor. Gece, cinayetler yatağı, herkes ötekini, ya da öteki belleğini öldürüyor, ta sabaha kadar…

*

Herkes, herkesin pençelenebilecek yerini çok iyi biliyor. Bu yüzden herkes birbiriyle kılıçlı kalkanlı bir arkadaşlık kurmuş. Her dostluk bir cenge dönüşebiliyor. Her an dövüşe hazır bekleyen gerilimi taşıyor bütün dostluklar, birliktelikler, ilişkiler.

*

Ben neydim? Yazar mıydım? Eşcinsel miydim? Aydın mıydım? Azınlık mıydım? Mutlu muydum?

Neydim ben Türkiye haritasında? Biz neydik?

*

Birbirimizin üzerine titrememiz gerekirken ne kadar kötü kullandık ilişkilerimizi değil mi? Kristal kahkahaları kulağımızda çınlayan teyzem, “İlişkilerinizi eskitmeyi bilin çocuklar” derdi. “Yıpratmayın sakın, eskitin yalnızca. Kimi insanlar vardır ilişkilerini de her şeyleri gibi çabuk yıpratırlar. Her şeyi hemen tüketen insanlardır bunlar. Hızlarında öldürücü, tüketici bir yan vardır. Çabuk çabuk yemek yer gibi yaşarlar he şeyi. Sanki her şeyin bir an önce sonuna gelmek için yaşarlar. O hızda hiçbir şeyin içlerine işlemesine izin vermezler. Hızın rüzgarını, sersemleticiliğini yoğunluk ya da heyecan sanırlar. Yavaşlamayı keşfetmemiş insanlardır bunlar. Kimi insanlarsa ilişkilerini eskitmeyi bilirler. Güzel eskitmeyi. Hala kullanılabilir kılmayı. Birlikte eskimenin de ayrı bir keyfi, ayrı bir tadı vardır inanın. İkinci yılın sonuna kalmadan boşananların bilemeyeceği bir duygudur bu. Zamanı birbirinizin yüzünde severseniz, aranızdaki zaman sizi birbirinize düşman etmez.

*

Yorgun bir geçmişe doğuyoruz.

*

Bizim ulusça konuşma tekniğimiz suç, kabahat, kanıt ve ceza üzerine kurulu. Diyalogu imkansızlaştıran şeyler üzerine yani. O bayıldığınızın Amerikalıların gündelikte becerebildiği şeyler de bunlar işte. Diyalogun bu anlamda olanaklılığı! Biz yalnızca içimizi döküyoruz. Saldırıyoruz, suçluyoruz, yakınıyoruz, kendimize acıyoruz, yetmiş yıllık şarkı sözü tarihimizden, üç ihtilalin getirdiği edebiyat malzemesine varana dek hepsinde sözümüzün duruşu aynı. Daha birinci katmanda ayrışan haklılar ve haksızlar… Suçlar ve kabahatler. Üç yüz sözcük içinde tüm bir dünya.

*

Bir işadamının tıpkı bir şair gibi ya da bir solcu gibi hayal gücüne ihtiyacı vardır. Geniş bir vizyonu olmalıdır, Macera duygusu olmalıdır. Kumar duygusu olmalıdır. İyi bir iş adamı bir silahşör kadar yalnızdır gerçekte. Solcular, yalnızca Türkiye’dekiler değil, dünyadakiler de yaklaşık yüz yıldır hayal güçlerini yitirdiler, kendilerinden öncekilerin gördükleri rüyaları sayıklıyorlar.

*

Ne zaman, söze insan tabiatı, diye başlansa korkarım. İnsan tabiatı, dedikleri şeyin ne kadarı sahiden insanın kendi tabiatıdır? Ne kadarı ona dayatılan, zorla benimsetilen alışkanlıkların ürünüdür? Bilemem. Bunu, kim nasıl bu kadar kolaylıkla ayırt eder? Edebilir? Ürkerim. Bence insan tabiatı, dendiğinde az geri durmak gerekir.

*

O yıllar insanın ilgi alanlarının epey dağınık olduğu, ömür sonsuzmuş ve her şeyle ilgilenmeye yetecek bol zaman varmış gibi, hemen her şeye merak saldığı yıllardır…

*

Kitaplığım, odamda kendim ve gizli dinim için yarattığım bir ayin köşesiydi ve onun önünde, kendimden geçmişçesine uzun uzun dururken derin bir güven duyuyordum.

*

Her şeyi Rastlantı Tanrısı’nın ellerine emanet etmek istiyorum.

*

Başarı, mutsuzluklara karşı en etkili ilaçtır; dünyaya dayanma gücü verir.

*

Bana ummamayı öğretmişti. Kendinden bir şey ummamayı. Oysa benim başlıca sorunlarımdan biri, insanlardan çok şey ummaktı.

***

Faruk GÜLHAN