Aşağıdaki yazım Nisan 2011 Denizli Gazetesi köşe yazımdır. Fe...

Aşağıdaki yazım Nisan 2011 Denizli Gazetesi köşe yazımdır. Ferhan Şensoy'a Allahtan rahmet dilerim. 

"KÜFÜR AYAKTA ALKIŞLANDI

Çoğumuz sanata dair bir yeteneğimiz olsun isteriz. Şöyle bir müzik aleti çalmak, plastik sanatların biriyle ilgilenmek veya sahneye çıkabilmek gibi. Müzik yeteneğimin olmadığını biliyorum. Resim de var zannederdim, ama hala bir kursa olsun yazılmadığıma göre, heves yoksa yetenekte yok demektir. Sahne deyince benim aklıma tiyatro gelir. Tiyatro oyuncularını seyrederken keşfetmeye çalışırım. Kendini mi oynuyor? Basit bir şekilde rolünü mü oynuyor, yoksa role mi giriyor? Rolü seçmiş midir, yoksa her rolü oynar mı? Hep aynı mı oynar, yoksa role göre başkalaşır mı? Bunların hepsi olabilir, yaşamadan bilemezsin. Hep yaşamak yani oynamak istemişimdir. Bu fırsatı PEV Kolej Öğretmenler Tiyatrosu sayesinde buldum. Evvelki yıl Turgut Özakman’ın “Fehim Paşa Konağı” oyununda eski bir kabadayı olan kahveci Rasim Baba’yı oynadım.

Her işte olduğu gibi, tiyatroda oynamak da bir emek işi. O kadar emeğe istersiniz ki seyirci ilgi göstersin, sizi seyretmeye geldiğine değsin. Oyunumuzda, Rasim babanın oğlu orta oyunu oyunculuğuna meraklısı bir delikanlı idi. Rol bir kırıtığı oynamaya müsait. Bu haliyle seyircinin ilgisini, dolayısı ile oyunumuza ilgi çekebilir diye düşündüğüm oldu. Dedim ya beni böyle düşünmeye iten emeğin karşılığını görme arzusu. Neyse biz oyunumuzu aslı gibi oynadık, oldukça ilgi çekti ve biz de o nispette keyif aldık.

Profesyonel oyuncularda oyunları ilgi çeksin isterler. İlginin en büyük belirtisi seyircinin gülerek verdiği tepkidir.  Bu nedenledir ki oyunlar dram bile olsa içine birkaç ince espri serpiştirilir. Geçtiğimiz hafta Ferhan Şensoy’u “İşsizler Cennete Gider” oyunuyla Denizli Tabip Odası’nın misafiri olarak seyrettik. Oyunun konusu günümüzün en büyük sorunu olan işsizlikti. İşsizlik güncel bir konu, ancak buna ergenekon ve imam sosu katılmış ki hem güncelin günceli olsun, hem de sosyal bir mesajı olsun. Konu bir kara mizah olarak işlenmiş olduğundan, yani içinde mizah olduğundan bol bol gülünmesi beklenir.  Konunun işlenişi basitti, ben size televizyondaki skeçler gibi diyeyim. Şensoy bu hali ile oyunu mizahi açıdan yavan bulmuş olmalı. Şensoy ince esprilere kafa yormak istememiş ve işin kolayına kaçmış, oyunu baştan sona sokak ağzı küfürlerle doldurmuş. Beklediği karşılığı aldığına ben şahit oldum.  Şensoy küfrettikçe seyirci güldü, seyirci güldükçe Şensoy küfretti. Şensoy’un yeteneği tartışılmaz. Onun “Şahları da Vururlar” ve “İstanbul’u Satıyorum” oyunlarını severek seyretmiştim, bu oyunlar oynasa yine seyrederim. Bir yeteneğin bir oyunu neredeyse küfüre indirgemesi ona yakışır veya yakışmaz bu ayrı olgu. Benim kabul edemediğim seyircinin küfürde gülünecek ne bulduğu. Oyun arasında gitmek geldi içimden. Ancak o zaman bu yazıyı yazmaya hakkım olmayacağını düşündüm ve sonuna kadar kaldım.

Bu küfüre gülme tepkisinin bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Kendimce şöyle bir açıklama buldum. Bir zamanlar oyuncular sahnede açıkça küfretmiyorlardı. Gündelik hayatın içinde var olan bu olguyu da es geçemiyorlardı. Bunu üstü kapalı bir sözcükle veya hal, tavır ve hareketle ifade ediyorlardı. Buradaki gizli mesajı her seyircinin anlaması beklenmezdi. Özellikle de çocuklar anlamazlardı, anlamasınlardı zaten. Anlayanlar gülerek anladıklarını ifade etmiş olurlardı. Zamanla seyircinin tepkisi şartlı reflekse dönüşmüş olmalı. Küfür eşittir, gülmek gibi.

Bir yerel gazetemiz Ferhan Şensoy ayakta alkışlandı diye vermiş tiyatro haberini. Biz ayakta alkışlamadık. Ayakta alkışlayanları salonda bırakıp herkesten önce arabamıza binip eve doğru yola koyulduk. Keşke bilet, afiş ve duyurulara “çocuk getirilmesi uygun olmaz” ibaresi eklenseymiş diye düşündük."


Eleştirimin sanata ve sanatçıya değil bir olguya olduğu gözden kaçmamıştır umarım...

Prof. Dr. Bülent TOPUZ