Çallı’yım ben; eski nahiyelerimiz, yeni ilçelerimiz olan Baklan ve Bekilli’yi de kendimden bilir, bu üç ilçenin dedi ile dertlenir, yapabileceğim bişey var mı diye düşünürüm. Bu üç ilçemizi kapsayan Çal Yöresi Derneği ikinci başkanıyım. Çeşitli toplantı ve ziyaretlerde zaman zaman söz sırası bana geldiğinde söylediklerimi buradan tekrarlayacak olursam;
Derneğimizi yoz bir dayanışma derneği değildir. İsteriz ki yöremizin insanı birbirini tanısın; özellikle hayatın çeşitli alanlarında başarılı olmuş değerlerini tanısın, onlarla gurur duysun, gençlerimiz onları rol model alsınlar. Yöremizin sorunlarını ilgili mercilere iletme konusunda aracı olalım. Somut ve soyut kültürel mirasımızda sahip çıkalım. Yörenin kalkınmasına katkıda bulunalım. Yöre kalkınır ise, Denizli kalkınır; Denizli kalkınır ise, Türkiye kalkınır. Yoksa herhangi bir bölgenin veya bölge insanının kalkınması, bir başkasının kalkınması aleyhine olacak ise, olmasın daha iyi. Şimdi bu cümleden güncel olan ile devam edelim;
Güncel olan şu ki Büyük Menderes kurudu. Binlerce yıldır çevresine hayat veren bu nehir artık neredeyse hastalık yayma aşamasına geldi. Nasıl kuruduğunun bendeki hikayesini bir not olarak düşmek istiyorum;
Bir nehir taşıdığı su ile çevresine hayat verir. Verdiği hayat taşıdığı su kadardır. Suyu ülke menfaatleri doğrultusunda planlamanız gerekir. Benim gördüğüm ve anladım kadarı ile Menderes’in suyu öncelikle Aydın ve Söke ovası için planlanmış. Buna göre sulama kanalı yatırımları yapılmış ve ürün deseni oluşturulmuş. Yani bu planlama için bir masraf yapılmış, sulanan tarlaların bir değeri, bu değer üzerinden sahiplerinin bir gelecek planlaması olmuş. Bu nedenle Baklan ovasından akıp giden Menderes’in, bu ovaya sulama suyu vermediği yıllarda, şimdi hatırlamadığım birisinden duyduğum “Su ancak Sarayköy’den Söke’ye sulanan araziye yetiyor, zamanında böyle planlanmış” açıklaması, bana son derece mantıklı gelmiş, demek ki Baklan’a kuru tarım kalmış demiştim.
Gel zaman git zaman hem Baklan’a, hem Çal tarafına sulama kanalları yapıldı ve bu bölgeler de sulu tarıma geçti. Bu yatırımlar yapılırken suyun yeterli olduğu söylendi.
Bugüne geldiğimizde gördüğümüz suyun yetmediği, Baklan ovası çiftçilerinin parasını peşin ödedikleri suyu alamadıkları, mahsullerin tarlada kurumaya başladığı yönünde. Parasını peşin almak bu yıl su vereceğiz anlamındadır. Veremedi isen bir plansızlık var demektir. Mevsimin kurak geçtiği bir gerçek, ancak yağışlı geçseydi zaten bu mevsimde sulamaya gerek kalmayabilirdi. Yani biz onlarca yılın ortalamasına dayanan bir sulama planlaması yapamadı isek vay halimize.
Her halukarda kabul etmek lazım ki Menderes’in suyu kuraklığın ötesinde bir etken ile aniden kurudu. Bunun sebebi ile ilgili bilgiler can sıkıcı. Söz konusu bilgilere göre Menderes’i besleyen çayların üzerine Afyon il sınırları içinde yeni barajlar yapılmış. Deyim tam yerinde ise Menderes, suyu kaynağında kesilerek zaten kurumaya bırakılmış. Böylesi bir çabanın neticesinde, ya peki ne bekliyorduk.
Denilebilir ki, Sandıklı ve Dinar ovası da sulansın oradan kalkan ürün memleket ekonomisine katkı sağlasın. İyi de, buna bizim Çal tarafında eleyip eleyip kepeğine katmak denir. Milyonlar harcanarak daha önceden yapılan sulama yatırımlarını atıl bırakan, yeni ama ikameden öteye gitmeyen, yani memleketin kümülatif ekonomisine artı getirmeyen bir yatırım yapmak nasıl bir anlayıştır.
Son on yılda Menderes’in Afyon il sınırları içindeki besleyici kolları üzerine 12 adet baraj ve gölet yapılmış, dört tanesi de yapım aşamasında imiş. Bir mukayese bakımında belirtelim ki, aynı süre içinde tüm Denizli il sınırları içinde tamamlanan baraj ve gölet sayısı üç, yapılmakta olan ikidir.
Yatırım yapacak kaynağımız var idiyse, ne diye suyun daha verimli kullanılmasını sağlayacak yatırımlara öncelik tanınmaz ki. Örneğin suyu basınçlı istem içine alıp, her zerresini kullanan damlama sulama sistemine geçilmesi gibi.
Görünen o ki birileri Menderes’i kurutmuş, birileri de bu süreci seyretmiş olmalıdır. İster ekonomik, ister ekolojik, ister sosyolojik neresinden olursa olsun, çok değil biraz ilim bilim ile alakamız olsa idi, böylesi bir tablo ortaya çıkmazdı. Yapılana bir neden bulmakta zorlanıyorum. Bilimsel verinin en hızlı ulaşıldığı bir çağda, bilimin gerçekleri hilafına uygulama yapmaya “bilim ile inatlaşmak” dışında bir tanım bulamıyorum…
Prof. Dr. Bülent TOPUZ