Benim şöyle bir tezim var;


Başörtüsü yasağı toplum tarafından kabul görmemiş, buna rağmen dayatılmış, bir akıl tutulması şeklinde ısrar edilmiştir. Bu yasak “siyasal İslam” için bir manivela vazifesi görmüş, başörtüsüne özgürlük kavramı bu kesimin muhalefetine ve iktidar talebine moral değer oluşturmuştur. Bu durumun iki etkisi olmuştur;

Birincisi iktidar değişikliği halinde sadece başörtüsü değil, toplumun farklı kesimlerinin yaşam biçimlerine müdahale edilmeyeceği savı oluşmuştur. Peki öyle mi oldu, bunu farklı yaşam biçimlerinin sahiplerinden dinlemek lazım. Onlara göre alkollü içkiler üzerine yüksek vergiler, müzik ve eğlenceye kısıtlamalar, lgbt yürüyüşlerinin engellerle karşılaşması, İstanbul sözleşmesinin feshi gibi olgular yaşam biçimine müdahale kategorisine giriyor. Bundan 20 sene önce başörtülü birinin ruh hali ne ise, bugün laik seküler birinin de ruh hali öyle diyeyim ben size.

[ilgili-haber=1522]

Gelelim ikinci etkiye; başörtüsü yasağı toplumda hiç kabul görmediği için, siyasal İslam’ın toplumsal tabanı sürekli genişlemiş ve ekonomi, kalkınma, yaşam biçimi farklılıklarını aynı potada barındırma gibi konulara kafa yormadan, enine boyuna tartışmadan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir strateji geliştiremeden iktidara gelmiştir. Yani iktidara birçok konuda hazırlıksız gelmiştir.

Neticede demokrasinin kurallarından sadece biri olan, seçimle işbaşına gelmek, yani millet bizi istedi, icraatımız neticesi bizi yine istedi, gibi basit bir argüman ile yoluna devam ederek, çoğulcu demokrasi kavramından uzak kalınmıştır. Kucaklamak yerine ötekileştirmeyi tercih etmenin, tabanda safları sıklaştırmak bakımından bir anlamı var, ancak memleket adına sürdürülebilir değildir.

Diğer tarafta ise başörtüsü yasağını doğru bulanların şöyle bir savunması devam ediyor. “Konu başörtüsü değil türban, yoksa annelerimizin başörtüsü hiçbir zaman sorun olmadı. Türban siyasal İslam’ın bir sembolü, yani siyasi bir sembol. Türban bir yerlerde kurgulandı, piyasaya sürüldü ve kullanıldı. Başörtüsü ile türban farklıdır. Bizim karşı olduğumuz türbandır, birbirine karıştırmak oyunu kurgulayanlara hizmet eder.”

Bu savın doğru olduğunu farz edelim. Buradan nereye varacağız. Birileri bir oyun kurgulamış ve yasakçı zihniyet de, bu oyunu kurgulayanların istediği şekilde davranmış diye düşünürüm. Gerçekten anlayamıyorum, insanların başlarına örttüklerinin şeklini ve ismini neden başkaları tanımlıyor. İnsanlar başındaki örtüye ne diyorsa odur, ne için takıyorsa odur. Diyelim ki takiye yapıyor, bunun bir siyasal simge olması cezalandırılması için gerekçe olamaz ki. Hele bu gerekçe ile parti kapatmak nedir ya. Kapatılan partiler, iktidar ile denenmesi sürekli ertelenen, her ertelemede biraz daha toplumsal tabanı genişleyen/genişletilen bir siyasal hareket oluşturdu. Çatışmacı ortam karşı devrim gibi bir mutlak iktidar ortaya çıkardı.

Bir de yasakçı zihniyetlerin bürokrasi, üniversiteler ve askeriye gibi birçok kamusal alanda rakipleri ekarte etme, alan açma, buradan rant sağlama ve bu yöntem ile iktidarını zoraki uzatma girişimleri vardır ki, bu anlayışın gidişi sert olur, dağılır gider. 

Türkiye farklılıkları ile birlikte yaşama sancısını hep yaşayagelmiştir. Bu hastalığa çare bulmak yerine safları sıklaştırmaya yönelik politikaların uygulandığı bir gidişatın sonu çıkmaz sokak oluyor.

Şimdi şunu merak ediyorum; zamanı geri sarsak ve 25 yıl öncesine gitsek, başörtüsü türban ayrımını yapanlar, türban dedikleri başörtüsünü üniversitelerde ve kamuda yine yasaklayacaklar mı? Bence yasaklamayacaklar. Peki şimdiki iktidarı başa sarsak aynı yolu yürüyecek mi? Onu da, şimdiki iktidarın icraatında yıllarca bulunup, sonra ayrılarak yeni parti kuranların söylemlerinden anlıyoruz ki, yürünmese iyi olur.


Prof. Dr. Bülent TOPUZ