Büyükşehir Belediyesinin Gerzele mahallesinde bir “El Becerileri Kurs Merkezi ve Kültür Evi” var. Ayda bir Tarih ve kültür sohbetleri yapılıyor. Organizasyonunu Türk kadınları Kültür Derneği “TÜRKKAD” Denizli Şubesi Başkanı Safiye Demirci’nin, moderatörlüğünü Prof Mehmet Ali Ünal’ın yaptığı toplantıların bu haftaki konusu Ahıska Türklerinin Dramı idi.

Önce Ahıska Türklerinin 1944 yılında saatler içinde evlerinden ve yurtlarından sürülüşlerinin dramatize edildiği videoyu izledik. Balık istifi bir şekilde trenler ile Sovyetler Birliği’nin dört bir tarafına sürülen 100 000 i aşkın insanın, 30 000 den fazlası menzile varmadan vagonlarda ölmüş. İşin ilginç tarafı sürgün edilen ailelerin erkekleri Sovyet ordusunda Nazilere karşı savaşmış ve hatta madalyalar ile taltif edilmişler. Anlaşılan o ki, ikinci dünya savaşını takiben Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin’i isteyen Sovyetler, muhtemel bir çatışma için ön hazırlık yapmış. Sürgünde yaşanan içler acısı ve dayanılmaz insan dramlarını anlatmak bu satırların konusu değil. O kısmı romanların filmlerin konusu olsun.

Ahıska Türklerinin dramı sürgün ile bitmemiş. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte ikamet ettirildikleri coğrafyalarda yerli halklar tarafından taciz edilir olmuşlar. Bu tacizlerin en bilineni Özbekistan Fergana vadisi olayları. Sovyetlerin dağılması ile birlikte özgürlüklerine kavuştuklarını düşündüğümüz cumhuriyetlerden KGB elini çekmemiş ve her fırsatta toplumlar arasında güvensizlikler oluşturma, var olan güvensizlikleri de çatışmaya dönüştürmek için gerekli provokasyonları yapmış.

Ahıska Türkleri, Anadolu’yu öz vatanları olarak biliyorlar. Diğer Türk dillerinden farklı olarak senin benim gibi Türkçe konuşuyorlar. Konuşuyorlar çünkü asıl vatanları Türkiye Gürcistan sınırında bir coğrafya. Türkiye’ye göç ve vatandaşlık onlarda bir ideal haline dönüşmüş durumda.

Programın konuşmacısı Dünya Ahıska Türkleri Birliği “DATÜB” Denizli Temsilcisi Vatan Tayir beydi. Vatan bey Rusya’da doğmuş,  12 yaşında Türkiye’ye göç etmiş. Öncelikle vatanının dışında olmak, Türkiye’ye göç etmek, tutunmak, vatandaşlık almak gibi zorlu bir süreci kendi hayatı üzerinden anlattı. Honaz’da 1200 kişi olduklarını, Honaz halkı ile kaynaştıklarını, geleneklerini sürdürdüklerini, yaşattıkları kültürü görmek bakımından özelikle düğünlerine hepimizi davet ettiğini belirtti. Türkiye de 60 000 kadar Ahıska Türkü varmış. Dünyada toplam 600 000 civarında imiş. Hemen her ülkede kimliklerini koruma konusunda büyük gayret gösteriyorlarmış.

Konuşmasından sonra söz aldım. Honaz’da oturduğumu düğünlerindeki kültürel zenginliğe şahit olduğumu; çarşıda pazarda giyimlerindeki fark ile Ahıska Türklerini hemen fark ettiğimi; onları yaşadıkları dramı bildiğimden olsa gerek; Honaz’ın yerli halkına göre daha yakın ve kardeş hissettiğimi söyledikten sonra asıl soruma geldim.

Türkiye’nin, Kıbrıs Türkleri Kıbrıs’ta kalsın; Batı Trakya Türkleri Batı Trakya’da kalsın gibi bir politikası var. Bu politika sayesinde Kıbrıs’a müdahale edebildik. Ahıska Türklerinin asli coğrafyaya yerleşmek gibi bir amaçları olması gerekir. Üstelik Ahıskalıların terk etmek durumunda kaldığı coğrafyayı Gürcistan insan ile iskan edemedi. Bırakılan evler ve araziler boş kaldı. Türkiye’nin savunma hatlarını sınırlarının ötesine taşıması gerekir dedim. Cevaben;

Bunu kendilerinin de istediğini, bunun için Gürcistan devletine başvurduklarını, Gürcistan’ın sürgün ile ilgili olarak sorumluluk kabul etmediğini, kendilerini sürgüne uğratanın Sovyetler olduğunu ve haklarını Sovyetlerden talep etmeleri gerektiğini bir gerekçe olarak sunduğunu belirtti.
Gerekçenin ne kadar saçma olduğu ve bu sürgünü emreden Stalin’in bir Gürcü olduğu gibi gerçeklerin bir anlamı yok. Esasen Gürcistan devletinden iskan talep etmek Ahıska Türklerinin başarabileceği bir iş de değil. Bu görev Türk devletine düşer. Gürcistan sınır komşuları olan Rusya ve Ermenistan ile arası kötü,  Türkiye ve Azerbaycan ile arası iyi olan bir devlet. Türkiye bu durumu ve gücünü kullanmalı ve Ahıska Türklerinin asli topraklarına dönüşünün kolaylaştırıcı olmasını talep etmelidir. Tika vasıtası ile 50 kadar aile yerleştirilmiş ama bu elbette ki yeterli değil. Üstelik elimizde aşağıdaki gibi bir koz varken;

1999 yılında GürcistanAvrupa Konseyi’ne üye olurken, üç yıl içinde Ahıskalıların dönüşlerini başlatma ve 12 yıl içinde, yani 2011 yılında dönüş işlemini bitirme akdi imzalamıştır. Eğer Gürcistan süre sonunda yükümlülüğünü yerine getirmezse Ahıska Türkleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açabilecek ve bu yolla vatanlarına dönmeyi talep edebileceklerdi.

Vatandaşlık ayrı bir mesele, beş yıl iskan, Gürcüce öğrenme ve yapılacak bir sınav ile ispat etme gibi caydırıcı etmenleri işin başına koymak doğru değil. Türkiye’nin milyonlarca göçmeni barındırdığı ve beslediği, milyonlarca insanın Avrupa kapılarını zorladığı bir dünyada ve zamanda, ne yani biz mesela 100 000 Ahıska Türküne Ahıska’da bakamayacak mıyız? Üstelik bu coğrafya hayvancılık için son derece elverişli ve bakir iken, çiftlikler organize edip Türkiye’nin et ihtiyacını karşılayan bir sistem kuramayacak mıyız?

Tayir beyin anlatımı ile; Ruslar, Ahıska Türklerini sürgün ederken bugünlerin yani 50 yıl sonrasının hesabını yapmışlardı. Ben de soruyorum; biz neden elli yıl sonrasının hesabını yapmıyoruz da bu günlük düşünüyoruz…