Yine bir Cerrahpaşa 87 gezisindeyiz. Bizi Sisam’a götürecek olan tekne dalgalı deniz nedeniyle Kuşadası’ndan demir almakta biraz gecikiyor. Tekneyi dalgalı denizlerde b...

Yine bir Cerrahpaşa 87 gezisindeyiz. Bizi Sisam’a götürecek olan tekne dalgalı deniz nedeniyle Kuşadası’ndan demir almakta biraz gecikiyor. Tekneyi dalgalı denizlerde bir paraşüt gibi tutacak ikinci bir çıpa ekleniyor. Bu bilgiyi denizlerin kaptanı Tunç’tan öğreniyoruz. Samos’unVoti şehri ve limanı derin bir koy olduğu için oldukça sakin. Otelimize yerleşir yerleşmez bir liman kasabası olan Karlovaki’yeyemeğe gidiyoruz. Daha çok deniz ürünlerinden oluşan yemek siparişlerimiz masanın ortasına ve herkesin tadabileceği şekilde sunuluyor. Ufak tefek nüanslarla bildiğimiz Ege Mutfağı demeye gerek yok sanırım. Yemeğin üstüne bir Türk kahvesi istiyosunuz ya, asla kabul etmiyorlar, neymiş; Grek Kahvesi. Adamakıllı doyuyoruz ve gelecek hesabı merak ediyoruz. 15 avro gelince içimizden “inanılmaz ucuz” lafları yükseliyor. Bundan sonraki öğle ve akşam yemekleri için aşağı yukarı aynı hesabı ödüyoruz. 15 avro 75 lira demek, ucuz olup olmadığı kişiye göre değişir elbet.

Akşamına odada televizyonu karıştırıyorum. 30 civarında kanalda tek Türk kanalı yok. Halbuki alışmıştım Balkan gezilerinde Türkçe kanalların bulunmasına. Hadi ondan vazgeçtim turizme dayalı ekonomisi olan bir bu adada kesintisiz yayın yapan İngilizce kanal da yok. Kanalları karıştırırken bir koronun söylediği şarkıların melodisi beni yakalıyor. Evet dil Yunanca ama melodiler çok tanıdık. Biraz takılıyorum, derken şarkı sözlerinin içinde Türkçe kelimeler geçmeye başlıyor. Bu arada şarkıların arasına eski bir şehrin resimleri konuluyor. Burası İzmir olmalı diye düşünürken, savaş gemilerine ve filikalara dolmuş sivil halkı gösteren bir resim, bana bunun Yunanlıların ve Rumların İzmir’i terk edişi olduğunu söylüyor. Korodan altmış yaşını geçkin bir bayan baştan sona Türkçe şarkı söylüyor. Bunlar 6,7 Eylül Olayları sonrası 1955’de İstanbul’u terk etmek durumunda kalan Rumlar olmalı diye düşünüyorum. Şarkılar içli, insanlar yanık. Acılar karşılıklı; biz balkanlardan yüz geri dönüşümüze yanarken, onlar da güzel İzmir’i terk etmek zorunda kalışlarına üzülüyor, hayıflanıyorlar. Dünyanın bugün ki haline bakınca da kimseyi suçlayamıyorum. İnsanların bir arada yaşamalarının bir yolu, yöntemi hala bulunabilmiş değil.

Denize girdik. Oldukça soğuktu. 23 Nisan tarihinde daha önce hiç denize girmiş miydim hatırlamıyorum.

Ada Pisagor’un doğduğu yer, onun adı ile anılan bir kasaba ve bir anıt heykeli var. Onun anısına adaya Atina’daki Ege Üniversitesi’nin istatistik ve matematik alanında bir bölümünü açmışlar. Midilli’de de aynı üniversitenin felsefe bölümü vardı. Adaların nüfusu gün geçtikçe azalmaya başlayınca canlandırmak için üniversite formülüne başvurmuşlar. Yunanistan’ın nüfusu 11 milyon civarında ve son yıllarda yıllık 25-50 bin civarında azalıyor. Bu azalmadan en fazla nasibini alan ise ada yerleşimleri. Nüfus zaten az olup bir de üstüne eksilme olunca, yerleşim alanları ranttan uzak kalmış. Eski evler ve doğa korunmuş, yeni yapılar oldukça az. Sonradan konulmuş görüntüsü veren küçük balkonlar lise yıllarımın İzmir Buca sokaklarına götürüyor beni. Sokaklar inanılmaz temiz. Gerçi en turistik kasabası olan Pisagor’un alışveriş mekanları ile dolu en kalabalık caddesi kirlenmeye yüz tutmuştu ama…

Yunanistan’ın nüfus yoğunluğu 85, Samos adasında bu 73’e düşüyor. Türkiye’nin nüfus yoğunluğu 105, Marmara’da bu 230 a çıkıyor. Bu yoğunluğun yarattığı rantın önünde hangi güç durabilir ki…


Sezon henüz açılmadığı için bizim grup dışında bi kırk kişi daha var ya da yok. İki yıldır turizm sezonu mülteciler nedeni ile ölü geçiyormuş. Mültecilerin sebep olduğu insan kirliliği Avrupalı turistleri kaçırmış. Türkleri turist olarak seviyorlar. Türkçe kelimeler öğrenmişler. Ekonomi Türkiye’den gelecek turistlere endeksli diyebiliriz. Portakallı dondurması ile ünlü bir dondurmacı vitrine “Dondurmalarımız kendi imalatımızdır, taze ve doğal ürünlerle taze olarak hazırlanmaktadır .AfiyetoLsun” diye Türkçe bir levha asmış.

Son gün programda bir dağ köyü olan Manolates ziyaret var. Grup denize girmeyi o kadar çok sevdi ki ben dahil dört kişi hariç gelen olmadı. Benimkisi dağ köyü turizmi nasıldır, denizi olmayan Denizlim’de uygulanabilir mi amaçlı bir gözlem gezisi. Yolu çok kötü dediler ama virajları dışında bir sorun yok.Bizim Karadeniz yaylarının yolları ile karşılaştırınca iyi bile denilebilir. Şirince’yi andıran bir köy diyeyim size;daha küçük, daha temiz ve bir de deniz manzaralı. Yaşlı bir ev sahibesi evine davet etti. El işi süslemeler, raflara sıralanmış bakır tabaklar ile klasik Anadolu köy evi.

Akşamları tavernalarda çalınan müzikleri Yunanca Türkçe karışık. Yeni Türkü’nün bilindik albümü, Zülfü Livaneli ve eski İstanbul şarkıları her repertuvarda var.İçimizde Sirtak oynamayı pek güzel becerenler var. 

Konaklamalı sınıf gezilerin seviyorum. Bir taraftan anılar tazelenirken, dişer taraftan sizinle hemen hemen aynı özgeçmişe sahip arkadaşlarla yeniden tanışıyor, kaynaşıyor ve kendinizi buluyorsunuz…

‘Prof. Dr. Bülent TOPUZ’