Bize okutulan tarih kitaplarındaki bilgiye göre Miryokefalon Savaşı Çivril’de olmuştur. Bu sav...
Bize okutulan tarih kitaplarındaki bilgiye göre Miryokefalon Savaşı Çivril’de olmuştur. Bu savaş Türkleri Anadolu’dan 1071 Malazgirt sınırlarının ötesine atmak için yapılan son bir gayretin adıdır, yani dolayısı ile ve sonuç itibari ile Anadolu’yu ebedi Türk yurdu yapan savaşın adıdır. Bu bakımdan en az Malazgirt kadar önemli bir savaş olmasına rağmen hak ettiği değeri görmemiştir. Bunda ulusal çaptaki tarihçi ve idarecilerin ihmali olduğu kadar, yerelin bu savaşa sahip çıkma konusunda duyarsızlığı da etkili olmuştur diye düşünürüm. Bu kadar sahipsizliğin bir neticesi elbette ki olacaktı.Sen misin görmezden gelen, birileri çıktı bu savaş Isparta’da oldu deyiverdi. Birkaç isim benzerliği, birkaç su kaynağı ve bir de vadi buldun mu işte sana Honazlı Tarihçi Nikitas’ın tarif ettiği savaş coğrafyası. Bu kadar basit olunca sıraya Konya girdi, derken Eskişehir…
Çal Yöresi Derneğimizin bir whatsapp grubu var. Günceli, tarihi ve kültürel olguları zaman zaman burada tartışırız. İş klavye başında tartışma ile sınırlı tutulur ise, korkarım Kütahya’nın savaşa sahip çıkması yakındır. O halde ne yapmak lazım. Tabii ki Nikitas’ın tarifini yaptığı coğrafyayı yerinde görmek lazım. Ama öyle cahilane değil, grupta tarihçi, coğrafyacı, günümüzün yereline ve insanına dokunan bir ekip olacak.
Bu düşünceden hareketle Selçuklu tarihçisi İbrahim Balık hoca, neredeyse ayda bir yöreyi gezen araştırmacı gezgin ve yazar Ümit Şıracı, yörenin insanı ve Miyokefalon sevdalısı Münir Sayhan hoca düştük yola. İmparator Manuel Komnenos’un gittiği yoldan gidelim dedik. Kolesea’dan (Honaz) başladık, Hanbat ovasını geçerek, Lampe’de (Sarıkavak) ovayı terk ettik ve Özdemirci üzerinden Khoma’ya (Gümüşsu) doğru yöneldik. Sarıkavak'a kadar savaşın tarafları, gerekçesi, önemi ve sonuçları konusunda İbrahim hocadan doyasıya bilgilendik. Sarıkavak'tan sonraki rehberimiz Ümit Şıracı;
İmparatorun askerleri gibi Acıgöl’ün suyundan içmedik ki karnımız ağrımadı, Karaağaçkuyusu köyünde sarnıcı görmekle yetindik. Yöre insanı der ki bu sarnıçtan bir kral su içmiş, artık hangi kral olduğu size bize kalmış. Özdemir’ciye doğru Şehit mezarları diye bilinen ve adından başka hiçbir bilgi olmayan mezar alanının ziyaret ettik. Özdemirci’nin hemen altında Kanlı Pınarı ve Kanlı Çayı gördük. Bu çayın hemen yanında kanalizasyon inşaatı sırasında ortaya çıkan toplu mezar alanını gördük. İbrahim Balık hocanın yorumu ile bu birbirine yakın olan iki gömü alanından Şehit Mezarları Türklere, toplu mezar Bizanslılara ait olmalı. Yolumuz boyunca sıralanan sarnıç ve halen akar vaziyetteki tarihi çeşmeler bu güzergahın kadim bir yol olduğunu anlatır gibi.
Hedefimiz kufi çayı ve vadisi olduğu için biz Khoma’ya gitmedik. Khoma, Sublaion Kalesi ve Eumenia (Işıklı) Bizansın Selçuklu ile sınırındaki en uç yerleşim ve kale garnizon olması bakımından önemli. Bir tarafı ile bereketli bir ovaya bakan bu bölgede İmparator son ikmalini yapmış olmalı. Bizde bir kadın girişimcinin Işıklı Gölü kenarındaki temiz ve leziz mekanında gölden tutulmuş “dişli” yani Turna balığı ve Sazan balığı ile karnımızı doyuruyoruz. Hayret sazanlarda çamur kokusu yok, pek aramadığım bu balığı severek yedim, yani tavsiye ederim.
Sonrasında Kufi çayı ve vadisine giren ordunun 30 km kadar, yani yaya olarak bir günlük yolu var. Sandıklı ovasına çıktığı andan itibaren artık Afyon-Akşehir düzlüğünden Konya önündesin. Öküz arabalarının çektiği mancınıklar ile zamanın ağır donanımlı ordusu, Konya kuşatmasından galip geleceğinden emin. Kuvvetler arasındaki sayı ve donanım farkını bilen II. Kılıçaslan savaşı kendine uygun koşullarda yapmak için çoktan Kufi vadisinin sırtlarına yerleşmiş.
İmparatorun ordusu vadiye giriyor. Öncü kuvvetler vadinin diğer ucundan çıkıyor. Ne öncü kuvvetlere ne de asıl orduya çıkışa birkaç km kalıncaya kadar bir tane ok bile atılmıyor. Ta ki vadinin en dar ve en kıvrımlı bölgesine gelinceye kadar. Burada başta okçular olmak üzere, süvariler eşliğinde baskın veriliyor. Miryokefaon aşığı Coğrafya öğretmeni Münir hoca savaşı o kadar güzel anlatıyor ki sanırsın yaşıyor. Savaşın ayrıntısı bu yazının konusu değil biz dönelim gezimize.
Kufi vadisinin son dört kilometresine kadar aracımızla gidiyoruz ve bu son dört kilometreyi vadi içinden yürüyerek bitiriyoruz. Vadi aynen Tarihçi Nikitas’ın tarif ettiği gibi menderes halinde, yani kıvrımlar halinde ilerliyor. Ordunun başı ile sonunun birbirini görmesi ve haberdar olması mümkün değil. Eğim binde üç ile insanı hiç yormuyor, öküzlerin çektiği mancınıkları taşımak için gayet uygun. Vadinin çıkışında, tarihi belgelerde bahsedilen ve İmparatorun yeniden konuşlandığı tepecikleri görmek ve hayalinde canlandırmak mümkün.
Vadiden çıkmadan hemen önce halen akan tarihi bir çeşmenin önünde piknik yapan Özgür bey bize çay ikram ediyor. Özgür, Münir hocanın adamlarından diyeyim ben size. Bana bulduğu ok uçlarının resimlerini gösteriyor. Oklar iki çeşit olmakla iki ayrı ordunun savaş delili gibi. Şaşırıyorum, soruyorum ve yapmayın diyorum; bunları toplamayın, bulunduğu yerde tespit yapılsın, yerinden koparınca anlamından kopuyor ve delil olmaktan çıkıyor. Delikanlı gayet sakin yine buluruz, onları dediğiniz gibi yaparız diyor. Bu ok ucu efsanesini yıllarca II. Haçlı seferi güzergahı olan Kazıklıbel için de dinledik ama Kufi Vadisine göre medeniyetin erken girdiği Kazıklıbel’de ok ucu falan bulunduğunu duymuyoruz artık.
Ben savaşın geçtiği iddia edilen diğer coğrafyaları görmedim ama İbrahim Balık hocamız görmüş ve Nikitas’ın anlatımları ile örtüşmediğini açıkça ifade ediyor. Biz ise Münir hocanın ve İbrahim hocanın Nikitas’ın kitabından yaptıkları alıntılar eşliğinde anlatılanları coğrafya ile örtüştürerek ve handiyse savaşı yaşayarak kat ettik Kufi vadisini. Yapılan barış sonrası İmparatorun Sublaion kalesinin yıkılışına bizzat gözcülük etmesi; tarihe Manuel Komnenos’un hayalleri Menderesin kaynaklarında son buldu notunun düşülmesi savaşın coğrafyası konusunda açık deliller olarak bağırmaktadır.
Gelelim ne yapılması gerektiğine. Şimdiye kadar yapılan çalışmaların coğrafi bulgular ile desteklenmesi gerekir. Bunun için şehitler mezarlığı ve vadi içinde muhtemelen mezarlık olan alanlarda arkeolojik kazı ve karbon 14 değerlendirmesi yapılması gerekir. Ok uçlarının yerinde tespiti yapılarak kayda geçirilmesi gerekir.
Savaşı ve önemini yeni nesillere aktarabilmek için ise bizim izlediğimiz yolu tarih anlatısı eşliğinde kat eden turizm hareketliliği oluşturulabilir. Kufi çayı ve vadisinin her dönemecine bir levha eşliğinde görsel ve yazılı bilgi sunulabilir. Mesela şöyle bir tabela düşünün, bir Türk okçusu vadinin tepesinde yayını germiş şekilde konuşlanmış. Altındaki yazıda kaç okçu vardı, okların menzili neydi gibi bilgiler var. Bir başka levha İmparator Komnenos’u veya II. Kılıç Aslanı resmeder ve anlatır; mancınıklar, öküz arabaları, savaş kıyafetleri, Selçuklu Bizans devletleri ve sınırları diye uzar gider bu tabelalar.
Yol binde üç eğim ile yürümek için son derece müsait. Yani bin metre yürümekle 3 metre tırmanmış oluyorsunuz. Yürümek istemeyenler için at arabaları iyi olurdu ama artık atlar arabalara koşulmadığına göre at, katır veya eşek sırtında yolculuk planlanabilir. Kırgızistan dağlarında at ile yarısı tırmanma 5 saatlik bir yolculuğum vardır, tadı hala hafızamdadır. Aman ha asfalt dökmeyelim, araç sokmayalım.
Bu gezinin bende bıraktığı intiba şudur ki; bu Malazgirt kadar önemli savaşı şu ya da bu ilin sahiplenme çabası sadece savaşın popülaritesini ve bilinirliğini artırır. Yoksa kimse bu savaşı tarihi belgelerde anlatılan ile birebir örtüşen coğrafyadan başka yere taşıyamaz. Yani demem o ki bırakalım iddialarına devam etsinler