Bir akarsu sulama amaçlı kullanılacaksa, sulama yatırımları nehrin denize döküldüğü yere yakın yapılır. Böylece sulama suyu devamlılığı garantiye alınmış olur; deniz kenarlarında ani sıcaklık değişimleri olmaz, ılıman iklim olduğu için tarımsal üretime daha uygundur; toprak nehrin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle verimlidir; sonuç olarak yılda iki ya da üç ürün alınabilir. Suyun debisi yeterince var ise, sulama yatırımları deniz kıyısından başlayarak içeri doğru devam ettirilir. Ovalardan oluşan bu kısma nehrin aşağı havzası denir.
Su akışını düzenlemek için nehrin üzerine bir baraj yapılır. Barajlar nehirlerin yüksek ve engebeli coğrafyadaki kısmına, yani yukarı havzasına yapılır. Barajlarda tutulan ve biriktirilen su, istenilen mevsimde salınır ve sulama amaçlı kullanılır. Bu barajlar su akışını düzenlediklerinden taşkınları ve sel baskınlarını da önlerler. Su debisi yeterince yüksek ise bu barajlara hidroelektrik santrali kurulabilir.
Şimdi bu bilimsel kurallar bakımından Büyük Menderes nehrine ve havzasına bakalım. Sulama ile ilgili ilk yatırımların Büyük Menderes’in denize döküldüğü ova olan Söke’den başlayarak, içeriye doğru Aydın ve Nazilli ovalarına uzatıldığını görüyoruz. Bu durum onlarca yıl böyle gitti. Su akışını düzenlemek ve taşkınları önlemek için Adıgüzel barajı yapıldı. Bu barajın su toplama kapasitesine güvenilerek sulama yatırımları Denizli ovasına kadar uzatıldı. Nihayet yukarı havzada bulunan Baklan ovasına da sulama yatırımı yapıldı. Sonuç olarak sulanabilecek ovaların tamamına sulama yatırımı yapılmış oldu.
Peki Menderes’in debisi, yani su kapasitesi bu kadar araziyi sulamaya yeterli mi? Sorusunu sorup cevabını alamadan inanılmaz bir yatırımlar silsilesine başlandı. Çevre ve Orman bakanı, namı diğer su bakanı, adının başına Prof titri bulunan Veysel Eroğlu, memleketi Afyon ilinde, bin köye bin gölet diye bir proje ortaya attı ve Büyük Menderes’in ne kadar kaynağı var ise üzerine bir gölet yaptı. Şimdi bu göletleri bi analiz edelim;
Bu göletler yukarı Menderes havzasının en yukarısına, yani tarımsal üretim mevsiminin kısa, mahsullerin don ve dolu tehlikesine, diğer bir ifade ile doğa olaylarına en açık olduğu coğrafyaya yapıldı. Sulama yatırımları da yapıldı. Bu yatırımların çektiği su nedeniyle Menderes’in kurutulduğuna ve aşağı Menderes havzasında daha önceden yapılan sulama yatırımlarının atıl kaldığına hep birlikte şahit olduk. Baklan ovası çiftçileri parasını ödedikleri suyu alamadılar.
Bilimin kurallarının aksine hareket edip, sonra da küresel ısınma bahanelerinin arkasına sığınılmasını kabul edemiyorum. Son yılların en çok yağışını alan 2022 yılında bile Menderes kurumuştur. Kurumamıştır aslında, taammüden kurutulmuştur. Onca yağışa rağmen, Cindere Barajı’nın geçen sene Mart ayı doluluk oranı %69 iken bu sene Mart ayı doluluk oranı %47; Adıgüzel Barajı’nın geçen sene Mart ayı doluluk oranı %21 iken bu sene Mart ayı doluluk oranı %18 olmuştur. Bu iki baraja yapılan hidroelektrik santralleri atıl kalmıştır.
Aşağı menderes havzasındaki sulama yatırımları da bu memleketin değil mi. Çiftçiler bu tarla ve bahçelerini onlarca yıldır düzenli bir şekilde suluyor, buna göre bir ürün deseni ve katma değer oluşturmuşlar, yazık değil mi? Bir ilin bakanının il şovenizmi yaparak kendi ili lehine yatırım yapmasını ve hatta bunun başka ilin ihmali pahasına yapılmasını bile anlayabilirim, ama topyekun memleket aleyhine bir iş yapılmasını nasıl anlayacağız. Sulama yatırımlarını atıl bırakan yeni yatırımlara nasıl bir mantıkla müsaade ediliyor anlamak mümkün değil.
Ne yapmak gerek? Menderesin su kapasitesinin yapılan sulama yatırımlarına yetmediği, yetmeyeceği gün gibi aşikar. Derhal damlama sulamaya geçilmesi gerekiyor. Bunun için damlama sulamaya geçen çiftçilere su bedava olmalıdır. Çiftçi bizim çiftçimiz, su bizim suyumuz, ürün bizim ürünümüz, kim verimli çalışır ise, devlet tarafından destek ve teşvik edilmesi ile kaybımız değil kazancımız olur.
Damlama sulamaya bedava su vererek suyumuzu korumuş oluruz, toprağımızı vahşi sulamanın sebep olduğu tuzlanmadan korumuş oluruz, ürün verimliliğini artırmış oluruz. Yani topyekün memleket kazanır, değmez mi?