30 Eylül Cumartesi günü (d...


30 Eylül Cumartesi günü (dün),  “Aşure Günü” idi.

Aşurenin hikayesini bilirsiniz:

Hz. Nuh, Hz. İdris peygamberden sonra gönderilen peygamberlerden biridir. Hz. Nuh’un oğulları olan Sam, Ham ve Yasef kendisine iman etmelerine karşın diğer asi oğlu Kenan ve kavminden pek çok kimse ona inanıp iman etmez. 1000 seneden fazla Allah’ın emirlerini kavmine tebliğ etmesine karşın ne yazık ki Hz. Nuh (a.s.), çok zulme uğrar ve inanmayanların alaylarına maruz kalır. Sonunda kavmini Allah’a şikâyet eder.

Allah (c.c.) , Hz. Nuh’a çok büyük bir gemi yapmasını emreder. Ve ona yardım etmesi için Cebrail’i (a.s.) kendisine yardımcı gönderir. Hz. Nuh (a.s) emre itaat ederek büyük bir gemi yapar ve kendisine iman eden ne kadar mümin varsa onları gemiye bindirir. Her cinsten birer çift hayvanı da yanlarına alır. Ve Allah (c.c.) sonunda büyük tufanı kopartır. Gökten yağan yağmurlar ve yerden fışkıran sular bütün yeryüzünü kaplar. Bu sırada büyük gemi hareket eder. Sadece gemiye binen müminler kurtulur. Gemi aylarca suda kalır. Bu zaman zarfında yanlarına aldıkları yiyecekler tükenmeye başlar. Geriye kalan yiyecekleri bir kazanda toplayarak bir çorba pişirmeye başlarlar. İşte o zamanda yapılmış çorbaya bugün ‘Aşure’ denir. Tatlı tatlı, afiyetle yenir.

Aşurenin malzemelerini bilirsiniz.

Buğday, nohut, kuru fasulye, kuru kayısı, kuru üzüm, kuru incir, pirinç, ceviz, fındık, nar, tarçın, şeker.

Yapılışını anlatmak bana düşmez. Dünyanın en iyi mutfağının ustaları, Türk Analarımız; bu bereketli tatlının, yokluktan bolluğa uzanan sofraların hamaratları bir bir hünerlerini konuşturmuştur: Işığı aydınlık yarınlarımız için yanan evlerde, hayır çadırında, bir köy meydanında, yaklaşık 815.000 mlik topraklarımızın her feyzinde. Tanıdık sahnedir: Zil çalar, kapı açılır, komşunun tepsisinde aşureler dizilidir, bir tabak uzatılır, gözbebekleri büyür, -tarifsiz mi desem tarifli mi desem- mutluluk ve sevinç belirir, bereket her eve ulaştıkça ‘birlikteliğimiz’ de nasiplenir.

Aşurenin hayata yansımalarını bilir(mi)siniz.(?)

Aşure, imecedir. Birçok kimsenin toplanıp el birliğiyle bir kişinin veya bir topluluğun işini gördüğü, imecedir.

Aşure, takımdır. On bir kişilik futbol takımı, beş kişilik basketbol takımı ya da sadece iki kişilik tenis takımı. Uyum, birliktelik, mantalite ile tadından yenmeyen, seyir zevkine dönüşen takımdır.

Aşure, sinerjidir. Enerjilerin, güçlerin birleştirilmesiyle, birbirine sinmesiyle yükselen sinerjidir.

Aşure, insandır. En küçük yapıtaşı olan hücrelerden oluştuğu, farklı organların, farklı görevleri yaptığı, aynı zamanda ahenkli çalışmasıyla organizmayı oluşturduğu, saat gibi işlediği, sıhhatli insandır.

Aşure, Çanakkale’dir, Kuvayi Milliye’dir. Vatanını düşman postalına çiğnetmek istemeyen yiğitlerin, dedelerin, annelerin, çocukların aynı cephede atan kalpleri, Çanakkale’dir. Mühimmatı boş, göğsü iman dolu, vatan aşkı dolu, Kuvayi Milliye’dir.

Aşure, bilimdir. Düzenli bir sistematiği olan, araştırmalarla gün yüzüne çıkan, birbiri ile ilişkisizmiş gibi gözüken kavramları ilişkilendirebilen, birleştirebilen bilimdir.

Aşure, türküdür. Anadolu’mu anlatan, kah gözyaşlarımı akıtan, kah sevincimi taçlandıran, buram buram “biz” kokan türküdür.

Aşure, kısaca desem de pek kısalmayacağa benzeyen bir felsefedir, öğretidir.

“Hiç”likten “hep”liğe uzanandır. Yeni düşünce tomurcukları açtırandır. Her tür benzetme ile daha da bereketlenendir. Bahsettikçe lezzetlenendir.

Aşure, fikirden insanlığa candır.

İnsandan fikre canandır.

‘Faruk GÜLHAN – Öğretmen’