Gazeteci Çiğdem Toker’in Denizli ‘de ikamet eden babası Erdoğan Toker, burun kanaması ile başvurduğu devlet hastanesinde 12 saatlik gözlemin ardından vefat ediyor. Toker, olayı hekimleri suçlayan bir üslup ile Sözcü gazetesindeki köşesine taşıyor. Bunun üzerine, bir KBB hekimi akademisyen olarak, burun kanamaları üzerine bir köşe yazısı kaleme aldım, meraklısı aşağıda linkini verdiğim bu yazımı okuyabilir.
Bu haftaki köşe yazımda gazetecilerin, hekimlerin, meslektaşların ve siyasi anlayışın olgulara bakışını irdelemeye çalışacağım. Önce geçen haftaki yazımın mesajını tekrarlayalım;
Burun kanaması, hastaları ve yakınlarını telaşa sevk eden bir belirtidir. Belirtidir diyorum çünkü hasta örneğinde olduğu gibi, 84 yaşındaki bir hasta için burun kanaması tali bir sorundur. Daha ziyade kanamaya neden olan yaygın damar hastalığının sebep olabileceği, hayatı tehdit eden ciddi kalp, beyin ve akciğer patolojilerin üzerinde durulması gerekir.
Gazeteci Çiğdem Toker, yukarıdaki kısa bilgiden yoksun olduğundan, babasının kan kaybından öldüğünü iddia eden bir yazı kaleme almıştır. Gazetecilik hemen her konuda kamuoyunu bilgilendirmek bakımından önemli bir görev ve sorumluluktur. Bilgilendirme yapılırken eksik bilgiye dayalı, eksik ve yanlış bilgilendirme bir dereceye kadar kabul edilebilir. Yazı vesilesi ile, benim yaptığım gibi, bir başkaları veya yazının muhatapları bilgi eksikliğini tamamlayabilir. Ancak eksik bilgi ile suçlama asla kabul edilemez.
[ilgili-haber=1252]
Çiğdem Toker yazısında kendince vefat olayının neden gerçekleştiğini tespit etmiş, buradan hareketle sorumluları işaret etmiş, yani yargısız infazda bulunmuştur. Bu tespitini ve görüşünü, ülkenin önemli ulusal gazetelerinden birinde kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu cüreti nerden ve nasıl buluyor. Yazımın kalan kısmında anlatacaklarımdan bulduğunu düşünüyorum;Toker’in Köşe yazısı, önce Gazeteci Seval Uysal tarafından, “Denizli Düşünce Kulübü” Facebook grubunda, “Bu iddialar araştırılmalı” notu ile paylaşılıyor. Takip eden günler içinde, gazeteci Mustafa Kemal Kaya, Toker’in yazısını “Denizli’de Sağlık Sistemi Sınıfta Kaldı” başlığı ile, Denizli Metropol haber portalında paylaşıyor. Bu paylaşımları gören Toker yazısından memnun olmuştur sanırım. Anlayacağınız ortada bir gazeteci dayanışması var. Bu arada, bu iddialar araştırılmalı diyen Uysal’ın, buyrun araştıralım der gibi kaleme aldığım köşe yazımdan habersiz olmasını, bu dayanışmanın bir parçası olarak görebilir miyim diye düşünmüyor değilim.
Gazeteciler dayanışır da, hekimler dayanışmaz mı. Elbette dayanışır. Bunun en son örneğini, Osmaniye’de bir savcının bir hekime psikolojik şiddet uyguladığı iddiası ile, TTB ‘nin saatler içinde yaptığı kınama açıklamasında görmüştük. Şimdi sıkı durun, bizim örneğimizde tarz ve tavır birden makas değiştiriyor.
Çiğdem Toker arayıp ricacı mı olmuştur, yoksa TTB durumdan vazife mi çıkarmıştır bilinmez, Ankara TTB Merkez, Denizli Şubesini arıyor. Olayın araştırılmasını, soruşturma açılmasını ve açılacak bir soruşturmada müdahil olunmasını istiyor. Yani Toker’in yazdıklarının doğru olduğu ön kabulü üzerinden olayı takip ediyor. Peki bunu neden yapıyor. Ben görüşümü ifade edeyim, muhatapları öyle olmadığını söylesin;
TTB bu olayda mesleki dayanışma yerine siyasi dayanışmayı yeğlemiş ve bu tavrı ile benim nazarımda bir kere daha açığa düşmüştür. Gazetecilerinden hekimlerine, burada tipik bir bizim mahalle dayanışması görüntüsü vardır diyeyim ben size. Ee bu anlayış ile gerçeğe nasıl ulaşacağız.
Şimdi bu mesleki dayanışma tabirimden farklı manalar çıkarılmasın. Ortada bir ihmal ve suçlu var ise, tabii ki araştırılsın ve hukuken gereken ceza verilsin. Nitekim hasta yakınlarının da talebi ile İl Sağlık Müdürlüğü gerekli soruşturmayı başlatmıştır. Ama hekimlerin hangi koşullarda çalıştığını, hasta ve yakınlarının gözlemi ve ifadesi ile hekimi peşinen suçlamanın ne kadar yanlış olduğunu, en iyi bilmesi gereken kurum herhalde TTB olmalı.
Toker’in üzerine basa basa yazdığına göre hasta ambulansa yürüyerek binmiştir. Yürümek, yürüyebilmek her zaman sağlıklı birey anlamına gelmez. Mesela Alzheimer vb hastalar; yürür ama nereye gittiğini bilmez; ilaçlarını refakatsız kullanamaz; doğru dürüst beslenemez; acil müdahale gerektiğinde koopere olamaz; zamanla tükenirler ve gün gelir son defa yürür, yatağa bağımlı hale geliriler.
Asıl sorun şu ki, Tıp; hizmet alan ile hizmet veren bakımından asimetrik bilginin en yoğun çatıştığı hizmet alanıdır. Olgumuzdan bir örnek ile devam edecek olursak;
Anlatanın nazarında hastanın bir sedyede 12 saat boyunca tutulması bir duyarsızlıktır. Halbuki sedyenin, gerektiğinde tetkik mahallerine hızla ulaşabilmek için hastayı mobil tutmak; gerektiğinde hastaya müdahale edebilmek bakımından dar alanda hareket kolaylığı sağlamak gibi fonksiyonları vardır. Bu nedenle acillerde hasta sedyede tutulur, ama hasta yakınlarının bir yatağa, yani konfora transfer edilmesi beklentileri hep olur.
Sonuç olarak yukarıda anlatmaya çalıştığım kastı aşan bu mahalle dayanışmasının, hasta yakınları nezdinde bir travmatik süreci tetiklediğini ve beslediğini düşünüyorum, doğru bulmuyorum.
Erdoğan Toker’e Allahtan rahmet, kederli ailesine sabır ve sağduyu dilerim
Burun Kanamasından Hasta Kaybedilir mi? / Prof. Dr. Bülent Topuz https://www.denizliguncelsaglik.com/yazarlar/prof-dr-bulent-topuz/burun-kanamasindan-hasta-kaybedilir-mi-prof-dr-bulent-topuz/321/
Prof. Dr. Bülent TOPUZ