Denizli Gazetesinde Haziran 202...
Denizli Gazetesinde Haziran 2020 tarihli köşe yazım, bu yazımın anlamı gün geçtikçe daha netleşiyor; tekrar gündeme getirmekte fayda gördüm;
Açık öğretim, iki yıllık sosyal hizmet uzmanlığını bitirmiş. Sosyal hizmet alanında çalıştırılmak üzere verdiğimiz ilana gelmiş. Şöyle bir soru yöneltiyorum. İki yıl süre ile sosyal hizmet uzmanlığı bölümünde okumakla ne kazandın, bi başka deyimle bu bölümde okumasaydınız, sizde ne eksik olurdu. Aday yüzüme boşluğa bakar gibi bakıyor. Yazmayacak ya da yazamayacak anlaşıldı. Biraz daha açayım diye devam ediyorum. Bu işe kabul edilir isen var mı kafanda gerçekleştirmek isteğin bir proje. Cevap yok…
Bu iki yıllık, üstelik açık öğretimdi ya; hem dört yıllık, hem de örgün eğitimden de geliyorlar. Aynı konuşmaları onlarla yapıyorum netice değişmiyor.
İki yıllık halkla ilişkiler mezunu geldi. Daha önceki görüşme tecrübelerimden hareketle ben de beklentimin fazla olduğu gibi bir intiba oluştu, beklenti çıtasını yere atmaya karar verdim. Sınıfa kaç kişi başladınız diye sordum. Bölüme kaç kişinin alındığını bilmiyordu. Bunun üzerine hali hazırda sınıfta kaç kişi olduklarını sordum. Cevabı pek okula gitmiyorum şeklinde oldu. O zaman ne diye halkla ilişkiler bitirdim dersin, demedim artık.
Üniversitelerde yüksekokullarda çocuklarımızı eğitiyoruz. Eğitilsinler ki, bir alanda dünyada ne yapılıyorsa onu işletmelere, kurumlara taşısınlar istiyoruz. Böylece kurumların yönetim organizasyon, hizmet, üretim, katma değer ar-ge anlayışları değişecek, ülke top yekun kalkınacak. Ama öyle olmuyor işte, çocukları dört ya da iki yıl oyalayıp ellerine birer diploma tutuşturup ortaklığa bırakıyoruz. Onlar da bilgilerine, yeteneklerine, meraklarına değil, bu içi boş diplomalarına iş arıyorlar.
İş başvurusunda bulunanların hemen tamamı işi işte öğrenmek üzere başvuruyor. Bu durumda şöyle diyebiliriz. İşletmelerdeki bilgi birikimi üniversitelerin ötesinde. Ya da üniversiteler işletmelerin gerisinde. Tabii ki öyle bir şey değil. Üniversitelerimizde çok yetkin öğretim üyeleri ve eğitim olanakları var. Sorun şu ki biz bu bilgi birikimini öğrencilere aktaramıyoruz. Öğrencilerin de almaya niyeti yok.
Şehirler, ilçeler, Kampuslar öğrenci dolu, ama öğrenen yok. Öğrenciler sınavları verme ve diploma alma peşinde, öğrenme kavramı ile örtüşmüyorlar. Belki de öğrenemiyorlar. Tabii ki hepsi böyle değil.
Bizim, üniversitelere sadece öğrenmek isteyen ve öğrenebilme kapasitesi olanları kabul eden bir sistemimiz olmalı. Bunun yolu kontenjanların azaltılmasından geçer. Gerçi azaltmasak da başvurular azalacak nasılsa, zira diplomaların işe yaramadığını geçte olsa idrak ettik gibi.