İnsanoğlu varoluşundan iti...
İnsanoğlu varoluşundan itibaren doğayı anlamaya, kontrol etmeye, ele geçirip hükmetmeye çabalamıştır. Kendisini doğanın bir parçası olarak görmek yerine günbegün ‘doğanın sahibiyim’ görüşünü güçlendirerek, egosantrik bir düşünce felsefesine bürünmüştür.
Doğa, tüm bu çabalarımız karşısında kıs kıs gülmüştür. Arkası gelmez isteklerimiz karşısında “fesuphanallah” demiştir. Doğası gereği yaşanan depremler, yağmurlar, volkanik patlamalar, fırtınalar vb. ile tabiri caiz ise bize ders vermiştir ve ders vermeye devam edecektir.
**
2020’nin ilk günlerinde Çin merkezli ortaya çıkan bir virüs salgını tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Teknoloji ve bilimde müthiş ilerleme, yapay zeka, nesnelerin interneti, akıllı evler, akıllı şehirler derken göz ardı ettiğimiz mikroorganizma Corona, aklımızı başımızdan alıyor. Yoksa, yoksa aklımızı başımıza getiriyor mu demek lazım…
Ülkeler arası geçişlerin yasaklanması, uçak seferlerinin iptali, uluslararası organizasyon ertelemeleri ile başlayan küresel önlemler, ülkelerin spesifik önlemlerine kadar indirgenmiştir.
Sosyal mesafelendirme, evlerde kalma eksenli karantina yaklaşımı bize hayata farklı bir perspektiften bakma öğretisi de kazandırmaya başlamıştır. İşte, okulda, sosyal hayatta yeni bir felsefe: Çin Virüsü Felsefesi (Covid19). Felsefe demişken filozoflardan bir atıf yapmak salgın olur. (Salgın değil de şart demek lazımdı. İnanın elimde değil. Elim sabunlu, aklım virüslü düşüncelerde malum..)
Filozof, bilgelik sevgisi ve akla gelen ilk isimlerden biri, Sokrates. Sokrates der ki; “Bilgelik, çok şey bilmek ya da bir şeyi nasıl yapacağını bilmek değildir. Bilgelikle neyi bilebileceğimizin sınırlarını da içererek, varoluşumuzun gerçek doğasını anlamayı kastediyorum.”
**
“Çin Virüsü Felsefesi” ile bilebileceklerimizin ve özgürlüklerimizin sınırlılıkları bileşkesinde evlerimizdeyiz. Çekirdekteyiz. Toplumun en küçük yapısı ailede hayatı tekrar sorguluyoruz. Tüm bireylerin kurallara uyması gerektiğini düşünüyor, buna rağmen fütursuzca hareket edenleri görünce kahroluyoruz. 21. Yüzyıl becerilerinden biri olan, “ekip çalışması” kazanımında hala çok yolumuz olduğunu öğreniyoruz. Ülkenin her bireyinin oluşturduğu ekibin, tüm insanlığın oluşturduğu ekibin, birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları dengesini daha dikkatli gözetmesi gerektiğini bir kez daha anlıyoruz.
**
“Çin Virüsü Felsefesi”, eğitimde de ezberleri bozuyor, konfor alanından bizi çıkarıp farklı çözümler üretmeye sevk ediyor. Uzaktan eğitim süreci ile internet bağlantılı dersler, televizyon kanallarından yayınlanan dersler ile oluşacak eğitim açığı kapatılmaya çalışılıyor.
21. yüzyılda hala eğitimin büyük bir kısmını; sadece okullar aracılığıyla, dört duvar arasında gerçekleştiriyoruz. Şimdi birçok insan eğitime, öğrenmeye farklı gözlerden bakmaya başlıyor. Sınıf duvarları yıkılıyor. Öğrenme arkadaşlığının bir bina içine sığdırılamayacak kadar geniş olduğunu fark ediyor. Öğrenciliğin ömür boyu sürmesi gerektiğini, her ortamın bir öğrenme fırsatına dönüştürülebileceğini gösteriyor.
Okullarda, iş yerlerinde aslında gereğinden fazla artırılmış derslerin, mesailerin ömrümüzden çaldığını, daha kısa sürede birçok işin gerçekleştirilebileceğini hissettiriyor. Toplantıların bir mekandan bağımsız ve daha kısa sürede yapılabileceğini anlatıyor. Kendimize, ailemize, evimize ne kadar az zaman ayırdığımızı, özümüze dönmenin getirdiği
tarifsiz mutluluğa daha çok sarılmamızı öğütlüyor.
**
“Çin Virüsü Felsefesi”; ekonomik, sosyal, sağlık vb. her türlü kriz karşısında, yine 21. Yüzyıl becerilerinden biri olan “esnek zihin”lere sahip olmamız gerektiğini öğretiyor. Adapte olabilmenin, yeni koşullar karşısında çözümlere odaklanıp güçlü kalabilmenin, hayatta kalabilmenin öğretilerini vurguluyor.
**
Arthur Schopenhauer ile son noktayı koyalım: “Felsefe yüksek bir dağ yoludur. Issız bir yoldur ve yukarı çıktıkça daha da ıssızlaşır. Bu yolu her kim izlerse hiç korkmamalı, her şeyi
geride bırakmalı ve kış karında güvenle ilerlemelidir. Kısa süre içinde altındaki dünyayı görür; kumsalları ve bataklıkları gözünün önünden kaybolur, düzgün olmayan noktaları düzelir, yırtıcı sesleri artık kulağına ulaşmaz. Ve yuvarlaklığını da görür. Kendisi her zaman saf ve serin dağ havasındadır ve güneşi görür, oysa aşağıdaki herkes gecenin karanlığıyla kuşatılmıştır.”
‘Öğretmen Faruk GÜLHAN’