Nereye kaçarsan kaç, kafayı da yanında götürdükten sonra kaçmanın bir manasının olmadığını anlıyor insan. Yaşadığın yer, çevren ve orada olan olaylar peşini hiç bırakmaz. Yurdumuz da meydana gelen üzücü olaylar içimizde derin yaralar açmaya devam ederken seyahat yazısı yazmak canımı acıtıyor. Nasıl olsa bir ay daha buradayız son yazı hazır, müsait bir zamanda yayınlarım.
Babam 2003 yılında Paü. Hastanesinin yoğun bakımında otuz bir gün yattı, o zamanlar hastanenin kantinini çalıştırmaktaydım, yoğun bakımdaki çalışanlardan ve kantine gelen doktorlardan sürekli bilgi alır durumunu gün, gün takip ederdim. Ara sıra da o kata çıkıp içeriye girmeden dış kapının camından bakar uzaktan görürdüm onu. Benim geldiğimi hisseder diye düşünür fısıltıyla ‘’iyileşeceksin baba, iyileşeceksin’’ derdim. Ben orada çaresiz dikilip uzaktan babamı izlerken oranın sorumlusu hoca gördü beni, benim üzüldüğümü anlamış olmalı, koridor boyu yürürken ‘’elimizden geleni yapıyoruz, durumu pek iyiye gitmiyor, yarın öğleden sonra gel de seni içeriye yanına sokayım, senin geldiğini görünce belki biraz daha gayret eder’’ dedi. Tamam! Olur deyip teşekkür ederek ayrıldım yanından. Ben ne bileyim onu son görüşüm olacağını. Bilseydim eğer ona söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediğim şeyleri söyler, o haldeyken bile sarılır yanaklarından öpüp gözlerinin içine bakarak. ‘’SENİ SEVİYORUM BABA, HEM DE ÇOKKK’’ Demez miydim? Derdim elbet, demez mi insan babasına?
Ertesi gün onu görme heyecanı ile gittim yoğun bakımın kapısına, bana steril elbiseler giydirdiler, hemşire ile girdik içeriye, uzun bir oda, pencere kenarında altı duvar kenarında da altı yatak var hepsi de dolu, birçoklarının üzerleri açık, başım yerde yürüyerek vardık yatağının yanına, kafamı kaldırıp baktım yüzüne. Önceki gördüğümde ağzından bir sürü borular sokuluydu. Şimdi ise boğazı delinerek borular oraya alınmış, yüzü açılmış ağzı kapalı idi, o bembeyaz saçları uzamış uyuyor gibiydi, elinden tuttum o kahverengi gözlerini açtı ve gördü beni, bir şeyler mırıldanmaya çalıştı fakat sesi çıkmadı hiç, ‘’merhaba dedim, iyi misin dedim, bir isteğin var mı? Dedim’’, sanki elimden bir şey gelecekmiş gibi. O benim gözümde dev gibi olan babam erimiş, küçülmüştü, içimdeki acıyı tarif etmeme imkan yok. Elimi sıkmaya çalışıyordu, bana bir şeyler anlatmak istiyordu sanki! O kahverengi gözlerinden akan sessiz yaşlar başının altındaki yastığa düşüyor, o yaşların her damlası ciğerimi bir köz gibi yakıyordu, anlamıştım ne istediğini, bazen konuşmadan da anlar insan sevdiklerinin dediğini, nasıl bilinmez. ‘’baba çıkmak mı istiyorsun, eve götüreyim mi seni?’’ dedim, evet anlamında gözlerini kırptı, elimi cılız gücüyle sıktı, sıktı, sıktı. ‘’Tamam, dedim tamam, birazdan doktorla görüşüp çıkaracağım seni buradan’’. Tamam dedi gülümsedi sanki! Zaman dolmuştu fazla kalamazsınız orada vedalaşıp çıktım odadan. Hoca beni bekliyordu. ‘’hocam çıkmak istiyor, eve götür beni diyor, tamam dedim söz verdim’’. Hoca bu durumlara alışık çünkü işi bu, ‘’Raşit bey eğer makineden ayırırsak, asansöre kadar bile götüremeyiz çünkü denedik makinesiz nefes alamıyor ciğerleri’’. Ne diyeyim boynum bükük, tıbba teslim olmuşuz, bindim asansöre ‘’Özür dilerim baba, özür dilerim, tutamadım sözümü, tutamadım affet beni nolur, nolur affet nolur’’ ağladım, ağladım, ağladım. Onu son görüşüm oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir hastanenin yoğun bakımında yatan, tedavi, ilgi ve şefkat bekleyen yaşlı hastaya yapılanlar hepimizin yüreklerini dağladı. Görüntüleri izleyemedim kapadım videoyu çünkü yoğun bakım dendiği zaman beynimin içine kazınmış bir türlü silemediğim, orada çaresiz yatan hastaların görüntüleri geliyor. Adına insan denen yaratıklar çaresiz, savunmasız yatan bir hastaya bunu nasıl yapabilirler anlayamıyorum. Bunlara yazacağım çok sıfat var fakat ne çare! Bu açığa çıkıp haberdar olduğumuz. Hatırlayınız yoğun bakımdaki hastaların arasında kebap yedikleri, müzik çalıp oynadıkları (isteyen Google yazıp hafıza tazeleyebilir) Benim asıl kızdığım konu hastanenin beyanatı oldu. ‘’Yoğun bakım hastasına bu kötü davranışı yapanların hepsi işten çıkarılmıştır’’. ‘’Yapma yaaa ayıp etmişsiniz ödül verseydiniz bari! ’’ Hani derler ya özrü kabahatinden beter diye. Yurdumuzdaki yöneticiler sorumluluğu hiç üzerine almazlar. Bu olanlarda yöneticiler olarak bizim sorumluluğumuz var, o yüzden görevimizden istifa ediyoruz demezler. Sanki tek sorumlu o işi yapanlar, o hastane iyi çalışmasından dolayı bir ödül alsa, çıkarlar kameraların karşısında boylarını gösterip kendilerinin ne kadar iyi bir yönetici olduklarından dem vururlar. Kötü bir şey olunca sorumluları işten atıp olayı bitirirler, kendileri sütten çıkmış ak kaşıktır. Ne güzel değil mi? böyle yöneticiler medeni ülkelerde var mıdır? Olmadığı hepimizce malum ‘’Güven kontrole engel değildir’’ diye bir söz var. Kontrol edeceksin edemiyorsan o görevi layığı ile yapacak liyakatli birisine bırakacaksın.
Yoğun bakımda olan bu elim olay, görevini severek ve layığı ile yapan sağlık çalışanlarını da çok üzdüğünü biliyorum çünkü eşim, gelinimiz ve birçok arkadaşımız da sağlık camiasında bu kutsal görevi icra etmekteler.
Bu hafta Bartın’ın Amasra ilçesinde meydana gelen faciada hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet yaralılara şifalar diliyorum, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum? Yöneticilerin hiç sorumluluğu yok.
Ne desek boş, elimizden bir şey gelmiyor, tek temennim Allah’a şikayet etmek.
Gelecek yazımız bununla ilgili. Allah’a mektup yazan adam!