Bu haftaki yazı konum dünya durdukça başımızda durası, yaylaklarında mor koyunları sağılası, haralarında yağız atları kişneyesi tarım bakanımız Sn. Prof. Dr. Vahit Kirişçi nin Venezuela da buğday yetiştirme projesi ile ambulansını sağlık bakanlığının önüne çeken kahraman sağlık çalışanı idi fakat gündem o kadar hızlı değişiyor ki! Önce den yazdığım yazılar güncelliğini yitiriyor.

            Yazılarımı takip edenler bilir, 1960, 1970 ve 1980 lerin başlarını yaşamış kişileri şanslı bir nesil olarak nitelendiririm, çünkü o zamanın toplumu henüz bozulmamış ya da bozulmanın başlarında diyelim. Hele köylerde yaşayan bizim gibiler çok şanslıydı, maddiyat bu kadar önemli değildi henüz. Azıcık aşım kaygısız başım misali kimseye muhtaç olmadan geçinip giderdi insanlar. Zenginle fakirin arası henüz açılmamıştı şöyle ki zenginin atı ya da katırı olur, fakirin ise eşeği. Zengin ayda dört kere et alır ise pazardan fakir bir kere alırdı ya da zengin haftalık pazardan beş kilo portakal alır ise fakir iki kilo alabilirdi, zenginin yüz dönüm tarlası var ise fakirin on dönüm vardı yani fark pek yoktu arada. Fakir zenginin evine akşam oturmasına gidebilirdi, bu gayet normal karşılanan bir olguydu. Düğünlerde de durum aynıydı, o zamanlar gelinin çeyizi düğünden önce herkes görsün diye evin önünde sergilenirdi. Zengin kızının dört yatak, dört yorganı ve dört yastığı olursa fakirin iki yatak iki yorganı olurdu. Düğünlerde günler önceden mahallenin kadınları bir yerde toplanır düğünde yetecek yufka ekmeğini yaparlardı. Gençler ise mahallenin dibeğinde buğdayı tokuşlarla döğer keşkek için hazırlardı. Erkek çocuk doğduğundan itibaren annesi altınlarını yavaş yavaş hazırlamış olur, evlenme çağına geldiğinde ise sıkıntı çekmezdi, kız isteme işi bitince İlçenin pazarına gidilir ne ihtiyaç varsa görülürdü. Her köyde düğün yemeği pişiren bir kadın mutlaka olur, o kadın çağırılır üç gün sürecek düğün için yemek kazanları ocağa vurulurdu, yemek için gerekli tahılları kendileri üretirlerdi, et ise ahırdan bir küçükbaş ya da büyükbaş kesilerek halledilirdi. Dışarıya verilecek tek para çalgıcılar için olurdu. En çok rağbet ise fakir ailelerin ve ölsüz olan çocukların düğünlerine olurdu, köylü el birliği ile onlara ailelerinin yokluğunu hisettirmez ve katılım çok olurdu. Düğüne gelenlerin verdiği okuluklar ailenin düğünde ettiği masrafı genellikle karşılar, aile düğünden sonra yıllarca borç ödemek zorunda kalmazdı. Bunun adına imece deyin, dayanışma deyini ne derseniz deyin! Güzel bir gelenek, görenekti. Tüm köy üç gün üç gece yer, içer, eğlenilir hoşça vakit geçirilirdi.

            Bu yazıyı yazmamdaki sebep bu hafta oğlumun düğünü olacağından değil de şahit olduğum bir olay yüzündendir. Biz yukarıda anlattığım gibi yıllar içinde az, az oğlanların takılarını biriktirmişiz, sadece günümüz takıları ile değiştirmek işimizi gördü. Davetiye verdiğimiz bir arkadaşımız da düğün yapacakmış, eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlarmış misali, ayaküstü iki lafın belini kırıverdik, masrafları karşılamak için bankadan yüklü bir miktar kredi çekmişler, çektikleri kredinin yarısı kadarda faiz ödeyeceklermiş. Bu ailenin durumunu düşünün, düğün bitecek çocuklar yuva kuracak aile ise kalan ömürlerini taksit ödeyerek geçirecekler. Nereden nereye geldik, bu çağda düğün yapmak bırakın orta halli bir aileyi zengin aileleri bile yıpratacak hale geldi. Yaptığım kaba hesaba göre en vasat bir düğünün maliyeti üç yüz bin liranın üzerinde, orta halli bir düğün ise beş yüz bin liranın üzerinde, lüks bir düğün yapmak istersen parana kuvvet, onda sınır yok elbette.

            Aileler aslında bu işin farkında olmaya başladı, birçokları çocuklarına ‘’Oğlum, kızım düğün yapmayalım, nikah yapın sonra da akşam arkadaşlarınızla bir yere yemeğe gidin eğlenin, düğün salonuna vereceğimiz parayı size verelim, tatile gidin’’ diyorlar fakat dinleyen kim! Tüm hayatını bu geceye göre planlamış olan kızlar bunu kabul eder mi? İllaki düğün edecek, o gelinliği giyip beline kırmızı kuşağı bağlayarak davetlilerin önünde birkaç saat de olsa kraliçeler gibi eğlenecek, onlara da kızdığımı sanmayın sakın, haklarıdır elbet! Ne diyor reklamda adam ‘’Her genç kızın rüyası Zetina dikiş makinası’’ onlarında hayali bu fakat zamanda rüyaları gerçekleştirmek her geçen gün zorlaşıyor, onların hayalleri ailelerin yıkımı oluyor.

            Risalenin kuyruğunu düğümlemek istersek şöyle yazmam gerekir, her konuda olduğu gibi bu konuyu da bizi yönetenlere yani başımızdaki hökümet adamlarına topu atalım. Daha düne kadar gençlere evlenin tavsiyesinde bulunan hatta nikah kıyılırken kaç çocuk yapmaları konusunda bile tavsiyede bulunan hökümet adamlarından bunu beklemek hakkımız değil mi? Tez zamanda bu düğün dernek işlerini bir zaptı rap altına almaları lazım ki! Aileler sıkıntı çekmesin.

            Hökümet adamları bana ‘’Ne edelim? diyve bakalım!’’ diye soracak olurlar ise dersime çalıştım cevabım hazır. Yurdum insanını nikahla kandırmak zor o yüzden Devlet her ile düğün salonları yapmalı veya kiralamalı, evlenecek olanlara altın takmalı, gelinlik, damatlık vermeli, nikah ve düğün salonu da bedava olmalı, ilaveten beyaz eşya ve mobilya da verirse dadından yenmez.

            Düğünü biz kendimiz yaparız gari! O konuda hökümet adamlarını yormaya gerek yok bence.

            Ne fikir ama!

Sağlık Bakanlığından Kekemelik Açıklaması Sağlık Bakanlığından Kekemelik Açıklaması

Editör: TE Bilisim