Seyahat yazısı yazmak pek adetim değildir fakat birkaç arkadaşım yediğin içtiğin senin olsun, Dubai ye gidiş ve gelişini yaz da okuyalım deyince farz oldu gari.
Dubai demek kolayımıza geliyor halbuki gerçek adı Birleşik Arap Emirlikleri, yedi emirlikten oluşan bir ülke. Abu dabi, Acman, Dubai, Füceyre, Resül Hayme, Şarika ve Ummül Kayveyn Ülkenin başkenti ve ikinci büyük emirliği olan Abu Dabi aynı zamanda ülkenin siyasi endüstriyel ve kültürel merkezi konumunda. 1971 yılına kadar İngiliz sömürgesi olan bir ülke.
Günler öncesinden yaptığımız hazırlıklar tamamlanmış sıra valiz ağırlıklarını denkleştirmeye gelmişti. Onu çıkar bunu koy tekrar tart işleri bizi epey yordu çünkü edindiğimiz istihbarata göre ağırlık fazlan olduğu zaman görevli memur tarafından yanaklarından öpülmen garanti, o yüzden bu iş bizi daha doğrusu hanımı epey yordu ve strese soktu. Nihayet düştük yola, Bir Ülke kendi vatandaşlarını ancak bu kadar içten ve sevgiyle öpebilir diyerek cümleyi biraz yumuşatayım. Bilet alırken ilk gördüğün fiyat pek geçerli değil. Ekranda ilerledikçe şunu seç, bunu al derken üç beş yüz liranızı cebellezi ediyorlar. Uçan halıya binip de mi gideceksin? Alacaksın mecbur, bizde öyle yaptık, iki askeri ücrete yakın fiyatlı bileti alıp rahatladık. Sabaha karşı araca binip Antalya nın yolunu tuttuk, üç saatlik yolculuktan sonra köyden indim şehre modunda iki kocaman tekerlekli valiz, iki küçük valiz 28 er kilodan 56 kilo, sırt çantalarımız bunlara dahil değil. Hava alanına giriş yaptık güvenlik kapısından geçerken donumuz ve üstümüzdeki esvabımız hariç her bir şeyimizi çıkarıp girdik içeriye şükür. Köyden gelip Haydarpaşa garının merdivenlerinden inerek İstanbul manzarasını görünce yere eğilip asfaltı öpen vatandaş gibi hava alanına kapağı atınca yerleri öpesim geldi, etrafın kalabalık oluşundan dolayı vazgeçtim. Büyük valizleri tarttırdık çok şükür yirmişer kiloyu geçmeyince az kaldı sevincik delisi ola yazdık. Büyük valizleri verip onlardan kurtulduk fakat elimizde sekizer kiloluk iki küçük valiz ve ağırlıkları meçhul olan sırt çantalarımız var. Bir saat dolanıp durduktan sonra bindik uçağa ve geldik İstanbul’a, diğer uçağın kalkmasına daha on saat var. Şehre gitsen dönüşün ve uçağa yetişmen garanti değil, elindeki eşyaları emanete versen dünyanın parası en iyisi vaktimizi buralarda sineklenerek geçirelim dedik, Yurt dışı çıkış için bilet alıp yüz ellişer lira öpüldük sevgili devletimiz tarafından, olsun gönüllüydük, rızamız varıdı sayılmaz bence. Tekrar donumuz tumanımız hariç her şeyimizi çıkarıp geçtik güvenlikten, geri çıkmanın imkanı yok, oradaki görevliler bize ‘’ Haa şimdi düştünüz elimize, buradan geriye dönüş yok sizi istediğimiz gibi öperiz gari der gibi bakıyorlardı’’ oturduk bekleme salonlarının birine, karşı duvarda saat var, gözüm sürekli üzerinde bir süre bakmamaya çalışıyorum, bana göre uzun bir zaman dilimi geri kaldı diye düşünüp tekrar bakıyorum, yedi dakika geçmiş oluyor, kafayı yemek işten bile değil. Hazırlıklı gelmişiz para kaptırmak niyetinde değiliz, hanımın evde yaptığı böreklerle nefsimizi körelttik çok şükür fakat birer adet küçük su ve birer de çay almamız lazım ki keyfimiz tam olsun. Düşüyorum yola büfelerin olduğu yer bayağı uzak, insan oraya varıp gelene kadar tekrar acıkacak sanki. Büfenin önü kalabalık iki çay iki de küçük su söyleyip cebimden yirmi lira çıkarıp uzattım görevliye, parayı aldı bir bana baktı bir havaya baktı sonra içinden ya havle vela guvvet dedi ve ‘’beyefendi bu ne?’’ bende ona hayretle baktım ve ‘’Para’’ dedim, ‘’beyefendi dalga mı geçiyorsunuz? borcunuz yüz lira’’ ‘’Neeeee? İki küçük su iki çay yüz lira mı olur?’’, ‘’olur beyefendi olur, burası hava alanı, küçük su yirmi çay da otuz lira’’. Sanki alacak mışım gibi sordum, kutu cola ne kadar?’’, ‘’beyefendi alacaksanız alın bakın bekleyenler var arkanızda cola elli beş lira’’ adamın elindeki yirmi liramı çekip aldım, içimden bildiğim en güzel ve okkalı küfürleri sıraladım, bir birimize pis pis baktık bir süre, hanımın oturduğu yere geldim, hanım boş teneke gibi sallana sallana geldiğimi görünce ‘’ Hani çay ve su almaya gitdiydin sen’’ yanına oturdum kalp çarpıntım ve sinirim geçsin diye bir süre bekledim ve ‘’Yaaa adam suya yirmi lira çaya da otuz lira istedi, bende almadan geldim, yirmi günüm kalsa gene almam o sudan’’ dedim, hanım bir süre sıfatıma bu adam salak mı yoksa tipi mi öyle gösteriyor diye baktıktan sonra ‘’Eeee nolcadı ya burası hava alanı’’ ‘’Len tamam hava alanı da, burası ayrı memleket mi len, kümese konan tavukla gibi bizi bura kıstırdıla şimdi de öpcekle, öpdürtmen ben gendimi aç geberi giderinde gene öpdürtmen’’. Hanım sıfatıma tekrar baktı ve içinden mırıldanarak ya vela havle vela guvvete çekip kalktı ayağa ‘’Sen Dubai ye gidiyon, ölçen mi yüz lira versen? Ben namaz kılmaya gidiyom dönüşte alır gelirim’’ dedi ve gitti. ‘’Dubai ye gidiyoz muşuz, sen dikkat et de namazdan da para almasınla’’ dedim, dönüp baktı ne diyon dercesine, hiç diye boynumu büktüm. Yarım saat kadar sonra elinde su ve çayla geldi, içtim mecbur fakat çay neyse de! Su insanın boğazını yakar mı? Yaktı geçti töbosun, o yüz lira hala gözümün önünde uçuşup duruyor. Biraz uyuduk biraz dolaştık uçak saati geldi çattı, bindik havalandıktan sonra uçuş görevlileri başladı paralı servise bir de onlar öpecek, fiyat listelerinin fotosunu çektiydim önceden, uyuyor taklidi yaptım yanımdan geçip gittiler. Dubai havaalanına inince telefonlarımızı yurt dışına açmamıza rağmen Türk operatörümüz tarafından öpüldük, hanım oğlanı aradı indik diye. Mesaj geldi telefonuna fatura toplamınız 276 lira diye tansiyonumuz çıktı hemen kapadık telefonları, daha fazla öpülmenin manası yok.
Haftaya Dubai deki yaşamdan bahsedeceğim başlığı da şöyle olacak. Para Nedir Ne İşe Yarar.