Her on kasımda yazı yazmak pek âdetim değildir fakat duygulanıyor insan, yazmamak mümkün mü?
Bilirsiniz çocukluğumuz köyde geçti bizim, kendimi o yüzden çok şanslı hissetmişimdir. O zamanlar doğum günü kutlamak gibi bir adet bilinmediğinden doğum tarihimin 10 Kasım olması pek aklıma gelmiyor ve beni üzmüyordu. Liseyi bitirip şehre yerleşince doğum günü kutlamak gibi bir âdetin olduğunu öğrenince çok üzülmüştüm. Bu travma mı geçen yıl ki on kasımda ki yazımda ayrıntılı olarak yazmıştım.
Çocukluğumdan hatırımda kalan, her on kasımda ilkokulda yapılan anma törenleridir. Saat 09’05 te yaptığımız saygı duruşu ve çocuk yüzlerimizdeki hüzün. Daha yedi, sekiz ya da dokuz yaşındaki çocukların okul önünde sıraya dizilip ‘’Atam sen kalk ben yatam, atam sen ölmedin yüreğimizde yaşıyorsun’’ tarzı acıklı şiirlerin okutulduğu, olayı anlamayıp kendi aralarında şakalaşıp gülen minicik çocukların ortaya çıkarılıp öğretmenler tarafından dövülerek cezalandırılması ve askeri tarzda yapılan törenlerdir. Şimdi düşündüğümde bu şekilcilikten sıyrılıp onun her ölüm yıldönümünde o zamanın şartları ve onun ne şartlarda bize bu vatanı kazandırdığı, muvaffak olduktan sonra yetinmeyip ülkeyi kısa zamanda ne kadar kalkındırdığı ve devrimleri iyice anlatılsaydı günümüzde onu eleştirenlere herkesin verecek bir cevabı olurdu diye düşünüyorum. Onu acımasızca eleştirenler o zaman ki Osmanlı devletinin içler acısı halini bilmeden, sağdan soldan duydukları temelsiz dedikodu tarzı sözlerle ne kadar karalamaya çalışsalar da Güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi başarılı olmaları mümkün değil. Şimdi birileri ‘’tarihi kazananlar yazar’’ diye eleştiriyor. (Kurtuluş savaşı olmamış, Çanakkale de İngiliz taburu bulut içinde yok olmuş, atlarla hücum eden hayalet ermişler, İngilizler İstanbul dan kurşun atmadan neden çıkmış, Halifelik neden kaldırılmış) falan. Farz edelim ki öyle olsun kendi tarihimizi biz kendimize göre istediğimiz şekilde yazdık diyelim peki yabancı kaynaklara ne diyecekler? İşgalcilerin kendi aralarındaki yazışmaları, yazılan onca kitap, teknolojinin bu kadar geliştiği bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir zamanda neyi gizleyeceksin! Dünyadaki tüm arşivlere erişme imkânı varken.
Bu on kasımda Dubai de olduğum için haberleri sosyal medyadan izlemek zorunda kaldım. Her yer Atatürk resmi, kopyala yapıştır tarzı. Bazı sosyal paylaşımlarda dikkatimi çekti. İran da göstericiler ‘’Tek Yol Atatürk’’ diye slogan attılar diye, ne yalan söyleyeyim bu haberleri okuyunca göğsüm kabarmadı değil, fakat kısık bir sesle ‘’Öyle bir lider her millete nasip olmaz’’ dedim. Haberi değişik kanallardan okuyunca İşin aslının öyle olmadığı göstericilerin ‘’Jin, Jiyan, Azadi’’ yani ‘’Kadın, Yaşam, Özgürlük’’ diye slogan attıkları anlaşıldı. Olsun! Atatürk’ün bizim için ne anlam ifade ettiğini yabancıların attığı sloganlar belirlemez ki! O sevgi insanın içindedir başkalarının ne dediğinin bir önemi yoktur
Beni en çok etkileyen olaylardan birisi de İstanbul da ki 19 kasımdaki Yahudi vatandaşlarımızın Atamıza vedalarıdır: Atatürk İstanbul dan ayrılıyor, Ankara ya götürülecek. Atların çektiği top arabasının üzerinde Mustafa Kemal Atatürk'ün tabutu var. Konvoy yavaş, yavaş ilerlemekte. İnsanlar üzüntülü, hüzün var her yerde... Karaköy den geçerken birdenbire, 'Çıt' diye bir ses duyuluyor önce.. Sonra çıt! çıt! çıt! Aaaa! Gökyüzünden düğme yağmaya başlıyor. Renkli minik dolu taneleri gibi düğmeler yağıyordu gökyüzünden! Atatürk'ün o bayrağa sarılı tabutunun üzerine. Rengarenk düğmeler! Çıt! Çıt! Herkes yukarı bakıyor! O caddedeki dükkanlar dan, bürolardan, evlerin balkonlarındaki insanlardan. Türkiye Cumhuriyetinin Yahudi vatandaşları, Yahudi kardeşlerimiz liderlerini, bu güzel insanı kendi (matem) geleneklerine göre 'gömleklerinin ceketlerinin düğmelerini kopararak' uğurluyorlar. Nasıl bir görüntü anlatmak mümkün değil. Pencerelerde gözü yaşlı insanlar... Bilmeyenler şaşkın, bu bir protesto mu yoksa diye endişeliler, bilenler yanlarındaki bilmeyenlere anlatıyor, bu bir Yahudi matem geleneğidir, anlamı da şöyledir.
"Ben senden sonra eksiğim..."
Huzur içinde uyu.