Cuma benim için sıkıcı ve bir o kadar da kötü bir gündü, hafta sonu ne yapmalıyım ın verdiği sıkıntı da üzerine eklenince zıvanadan çıktım. Akşamüzeri aniden karar verdim, dört aydır kız kardeşim de kalan annemi aradım.

-        Anne hazırlan köye gidiyoruz.

Şaşırdı tabi ki!  Heyecanlandı birilerine kötü bir şey oldu sandı sürekli soruyor ne oldu? Ne oldu? diye,

-        Bunaldım, anne bunaldım! on beş dakika sonra seni alıyorum hazırlan.

Kız kardeşime uğradım, hızlıca bir şeyler atıştırıp çıktık dışarıya, sürekli yüzüme bakıp kötü bir şeyler mi oldu diye anlamaya çalışıyor. Atladık arabaya sürdüm köyümüze doğru, içimde tarif edilmez bir heyecan, zamanda geriye doğru bir yolculuğa çıkıyorum gibi hissediyorum kendimi, o an fark ettim yirmi beş yıldır köyüme eşim ve çocuklarım olmadan kalmak için yalnız hiç gitmemişim.

     Saat yirmi ikiye doğru evimizin önündeydik, acele ediyorum bir an önce içeriye girmeliyim, orası benim kalem, mağaram, sığınağım çocukluğumun gençliğimin geçtiği acı tatlı binlerce anımın olduğu, hep korunduğum, dışarıdaki vahşi ormanda bulunan birçok yırtıcı hayvandan kaçabildiğim yegane yer. Ben ne kadar acele etsem de uzun süre kapının önünde annemin çantasında kapının anahtarını aradık nihayet bulup kapıyı açarak içeriye girdik. Derin bir nefes aldım, bu evin kokusunu özlemişim, yirmi beş yıl önceki hep burnumda tüten kokusu aynı duruyordu, o kokuyu derin derin ciğerlerime çektim, eşimi arayıp geldiğimizi bildirdikten sonra telefonu kapatıp bir kenara attım, gözlerimle taradım odanın içini nerede otururdum, nerede ders çalışırdım, nerede yemek yerdim, hepsi birer birer gözümde canlandı, sanki hep buradaydım hiç gitmemiştim buradan, karnımız tok, “çay yapayım mı” dedi, hayır dedim.

Annem yüklük den yatağı çıkarıp yere serip açtı, üzerine çizgili mis gibi sabun kokan çarşafı serdi, baş ucuna da kılıfı rengarenk nakış işlemeli uzun yastığı koydu, yüklükten indirdiği yeşilli kırmızılı hacı basmasından yapılmış yorganımı da örttü, üstümü değişip hemen girdim içine, sanki elli yaşında değil de on yedi yaşımdayım, yatağımın ve yorganımın bunca yıldır kokusu hiç değişmez mi? Değişmemiş, annem ışığı söndürüp “Allah rahatlık versin” deyip çıktı odadan, ay ışığı pencereden odanın içine ve yatağımın üzerine vuruyor bana hoş geldin diyordu, havada asılı yuvarlak bir lamba gibi duran aya elimi uzatsam dokunacağım sanki. Öyle bir sessizlik var ki köyde, zaman zaman uzaklardan gelen bir iki köpek havlaması olmasa insan kendisini sağır sanacak, kulaklarım unutmuş yıllardır bu sessizliği, şehirde uyumak için o kadar uğraşan ben hemen uyumuşum, anne karnında rahat uyuyan bir bebek gibi.

      Sabah beni burnuma gelen demli çay ve tereyağında pişen yumurtanın o nefis kokusu uyandırdı, heyecanla kalktım yataktan elimi yüzümü yıkayıp oturdum sofranın başına. Annem kahvaltı hazırlamış, komşulardan taze yumurta ve yoğurt almış, tereyağlı yumurtanın kokusunu çektim içime, yumurtanın sarısının rengi bile farklı, şehirde yediklerimiz gibi değil, hiç acele etmeden yavaş yavaş sindire sindire yedim kahvaltımı.

    Giyinip mezarlığa gittim, babamın anneannemin ve doğduktan sonra ölen iki kardeşimin mezarlarını ziyarete, bizim mezarlara giderken yolda mezar taşlarını okuyorum, ne kadar çok tanıdığım var şaşırdım kaldım, bu insanların çoğunu tanırdım şimdi hepsi buradalar, inanamadım hayatın koşuşturmacasında ölümün olduğunu unutuyormuş insan, bu ana kadar bunun farkına varamamışım, birçoğu benden birkaç yaş büyük, hepsine dua edip oradan ayrıldım ve geldim eve.

     Acele ediyorum zaman dar, çocukluğumun ve gençliğimin en mutlu zamanlarının geçtiği, kenarında arazimizin olduğu Büyük Menderes nehri beni çağırıyor. Bakkaldan olta misina ve birkaç soğuk bira aldım, arabama atlayıp doğru köprübaşı mevkiine gittim,

     Bir tarlanın kenarından oltaya takmak için biraz solucan çıkardım, söğüt ağacından bir dal kesip misinayı ucuna bağladım oltanın ucuna solucanı geçirip attım suya, doğa uyanmış otlar diz boyu her yer yemyeşil, ağaçlarda kuşlar her türlü makamdan şarkılar söylüyorlar, yan taraftaki dut ağacında bir sincap bile gördüm. O an dünyada sadece ben vardım ve yapayalnızdım, doğa, hayvanlar ve ben, o kadar mutluydum ki! Oltayı kenara saplayıp soğuk bir bira açtım ve bir de sigara tellendirdim, gözüm ilerideki köprüye takıldı, gözümü köprüden alamadım, zaman durdu, efrat fululaştı, kuş seslerini bile duymaz oldum, kulaklarım uğulduyordu. Kendimi gördüm köprünün başında, esmer sıska bir oğlan, ayağında İspanyol paça bir pantolon, üzerinde bedenine göre daralttırılmış uzun yakalı sarı bir gömlek, ayağında ince topuklu siyah iskarpinler, elinde tüten Bafra cıgarası, kıvırcık siyah uzun saçlar, arkadaşlarıyla yüzmeye gelmiş köprübaşına. Tahsin, Rafet, Yusuf, Enver, Abdurrahman ve Bülent kahkahalar atıyorlar, kızlardan konuşuyorlar hiçbir dertleri ve tasaları yok, Tahsin çorabından bir Bafra sigarası çıkarıp ikram ediyor hepsine keyifle yakıp dumanını çekiyorlar o taptaze ciğerlerine, cıgaraları bitince elbiselerini çıkarıp gölge bir yere koydular ve köprünün üzerine çıkıp attılar kendilerini Menderesin serin sularına, tekrar tekrar çıkıp atladılar köprüden, yüzdüler, yüzdüler kahkahaları çınlattı menderesin kenarını. Ne kadar da eğleniyorlar uzun yıllardır bu kadar mutlu insanlar görmemiştim ben. Biraz sonra yorulup çıktılar suyun içinden, attılar kendilerini çimenlerin üzerine, Tahsin ilerideki erik ağacından erik toplayıp paylaştırdı hepsine nasıl da iştahlı yediler, ardından tekrar birer tane daha sigara tellendirdiler, ne tuhaf şimdi de bana doğru bakıyorlar aman Allah’ım kalktılar hep birlikte bana doğru geliyorlar, kaçsam mı? Kalsam mı? Karar veremedim.

-         Merhaba amca nasıl gidiyor? Balık var mı.?

-        Var olmaz mı? ‘’ Birkaç tane tuttum, hepsi küçük olduğu için bıraktım tekrar suya.

Gelinler Kayınvalidelere Karşı Önyargılı. Peki Damatlar... Gelinler Kayınvalidelere Karşı Önyargılı. Peki Damatlar...

-        Seni bilemedik biz, kimlerdensin dayı?  

-    Siz bilmezsiniz gençler ben buralardan uzun yıllar önce ayrıldım, hafta sonu için geldim, özlemişim buraları, senin adın Raşit değil mi?

-     Evet dayı nereden bildin.?

    -     Nereden bileyim, demin arkadaşların seslenirlerken duydum, sizler hep buralarda mı                     oluyorsunuz?

-      Evet dayı bizler hep arkadaşlarla burada oluruz, yüzeriz eğleniriz genciz biz genç, buraya ne zaman gelirsen gel bizler hep buralardayız dayı.  Şehir de mi yaşıyorsun sen?

-        Evet şehirde yaşıyorum otuz beş yıldır.

-        Ne iş yapıyorsun orada?

-        Bir otel de Müdürüm.

-    Ya öyle mi? Üniversiteyi kazanamazsam geleyim yanına beni işe al, yeminliyim bu köyde kalmamaya.

-        Olur tabi gel, yardımcı olurum ben sana, öğretirim bu mesleği.

-        Tamam gelirim, hoşça kal biz gidiyoruz, kendine iyi bak.!

-        Güle güle gençler, güle güle, sizde iyi bakın kendinize.

-        Endişelenme hiçbir şey için, su akar her zaman yolunu bulur.

-      Endişelenecek yaşı çoktan geçtim ben delikanlı, asıl sen endişelenme ileride iyi bir hayatın olacak.

      Raşit onaylarcasına sağ elinin başparmağını kaldırıp gülümsedi. Köprünün yanına gittiler giydiler elbiselerini ve ilerideki kavak ağaçlarının oraya doğru yürüyerek gözden kayboldular.

     Arkamdan gelen bir sesle irkildim, bir an nerede ve hangi zamanda olduğumu bilemedim, kalbim küt küt atıyor, ellerim ve sırtım terliyordu. Allah’ım aklıma mukayyet ol, demin buradaydılar hepsi, otuz yıl önceki halleriyle hemde, hışırtı arkamdan geliyordu, döndüm baktım küçük siyah bir köpek, kuyruk sallayarak benden ilgi bekliyordu, çağırdım yanıma geldi okşadım onu sevdim, yanımda bulunan bisküviyi açtım birkaç tane verdim önce biraz tereddüt etti sonra afiyetle yedi hepsini ve seslendi bana.  

Biraz önce olanları gördün mü.? Ben de oradaydım, ben benim gençliğimle konuştum.

      Başını salladı ‘’evet’’ dedi, gençliğimde burada nasıl yüzdüğümü arkadaşlarımı sevdiğim kızı, o zamanki hayallerimi anlattım ona, hiç ses etmeden dinledi beni sonra yüzüme dik dik bakarak dedi ki…!

-     Sen buraya daha sık gelmelisin.! Ama arkadaşlarını da getir, onlar da görsünler eski hallerini, burası sihirli bir yerdir. Geçmişini ve o güzel günleri unutma. Fakat dikkatli olmanı tavsiye ederim, buralarda yalnız kafayı yemek içten bile değildir..