Onu tanımam 1990 ların sonlarına rastlar. Almanya dan kesin dönüş yapmış inşaat işleri ile uğraşırmış. Ben o sıralarda beyaz eşya bayiliği yapıyordum, ortak tanıdıklarımız vasıtası ile o da benden haberdar olmuş. Ulu çarşıdaki beyaz eşya dükkanıma geldiler arkadaşımla beraber, güler yüzlü hoş sohbet bir adamdı, abisi babamın arkadaşıydı onu iyi biliyordum fakat kendisi Almanya da olduğu için onu hiç görmemiştim. O günden sonra hiç kopmadık birbirimizden çınardaki bürosuna sık sık gider gelir oldum, üç kuşak önceki dedelerimizin kardeş olduğunu ve akraba olduğumuzu söyledi, o günden sonra ben ona o bana hep amcaoğlu diye hitap ettik. İki bin üç yılında babamı kaybettikten sonra onu ailemizin en büyüğü olarak bildim ve öyle davrandım.
Amcaoğlum Süleyman Öztürk ün hayatı başlı başına bir başarı öyküsüdür aslında, sık sık yazalım diye konuşurduk fakat bir türlü zaman bulup ta başına geçemedik. Yapacak o kadar çok sosyal projeleri vardı ki! Hangi birine zaman bulacaksın! Ömürler çok kısa, yetmedi de zaten. Çal’ın Akkent (Zeyve) kasabasında doğmuş. İki yaşında annesini, altı yaşında kendisine bakan halasını ve babasını kaybetmiş. Abisi ve ablası ile akrabalarının yanında öksüz ve yetim geçen çocukluk yılları, yine de hayata tutunmasını bilmiş. Büyüyünce abisinin yanında dişçilik yaparak hayata atılmış ve Ptt sınavına girerek birkaç yıl İzmir de Ptt memurluğu yaparken Almanya nın Türk işçilerini almaya başlaması ile memuriyetten istifa edip Almanya ya işçi, olarak gitmiş. Kısa dönem çeşitli fabrikalarda çalıştıktan sonra Çay işine başlamış ve kısa süre içerisinde Almanya da Türkler tarafından çok sevilen ÖZTÜRK çay markasını yaratmış (halen bu marka Almanya da satılmakta) yeterli parayı kazandığına karar verip Çay işletmesini satarak çocuklarını Türkiye de okutmak için yurda kesin dönüş yapmış. Burada da bir süre çay paketleme işiyle uğraştı daha sonra inşaat şirketi kurarak Şehrimizin birçok yerinde ve Bodrum da inşaatlar yaptı. İki dönem Belediye meclis üyeliği görevinde bulundu.
2001 yılında kurdukları Pamukkale Sağlık Eğitim vakfı (Pasvak) a beni 2004 yılında dahil ettiler o günden beri Pasvak ın bu günlere gelmesinde en çok onun emekleri vardır. Sürekli proje üreten bir adamdı, imkansız nedir bilmez hep zor işleri kovalar ve onların da altından kalkmasını bilirdi. Gecesini gündüzüne katıp büyük emekler sarf edip bitirdiği Pasvak’ın yeni binasında ya da yanında bir yüksekokul, bir yaşlı bakım merkezi kurmak en büyük hayaliydi. Denizli de ve ülkemizde başarısını kanıtlayan Pasvak ın ilçelerimizde de hizmet vermesi gerektiğini hep dile getirirdi bu vesile ile Vakıflar genel Müdürlüğünden Çal da eski bir binanın vakfa tahsis edilmesi teklifini duyunca çok heyecanlanmış ve hemen kafasında İlimizin her ilçesine hizmet götürmekle ilgili projeler uçuşmaya başlamıştı. Heyecanla beraber faaliyetlere başlamıştık, pandemi nedeniyle işler duraksayınca epey canı sıkılmıştı belki inanmakta güçlük çekenleriniz olabilir, Salı günü hastaneye yattı Çarşamba sabahı ameliyat olacak akşamüzeri odasından çıkarken yatağından kalkıp arkamızdan koşup gelerek koridorda Bülent Topuz hocama Çal daki inşaat ile ilgili bir şeyler sordu.
Yokluk içinde geçen çocuk yıllarından kalma sağlık sorunları vardı, kalbi ara sıra tekliyordu, 12 yıl önce iki kalp kapağının da değiştiği ağır bir ameliyat olmuştu. Hastaneye gitmeden önce bana söz verdirmiş ‘’eğer kan lazım olursa sen ver, araya yabancı kan karıştırmayalım’’ demiş ve hepimizi güldürmüştü, öyle de oldu, lazım olan kanı verdik, iyileşince ‘’amcaoğlu hakikaten senin kanın bana iyi geldi’’ dedi. Bende ona ‘’Kan çok amcaoğlu ne zaman lazım olursa ben varım’’ demiştim. Nereden bileyim tekrar rahatsızlandığını, iki aydır yurt dışındaydım, sosyal medyada paylaştığım resimlerimin altına ‘’Amcaoğlu, ne zaman geleceksin? – Gittin oralara yerleştin artık, unuttun bizi – oranın vatandaşlığına geç bari! Gelemedin gitti’’ diye yorumlar yazıyordu. Meğer bir ay önce rahatsızlanmış ve hastanede yatmış kalbinin değişen kapakları 12 yıl olmasına rağmen erken yıpranmış, kaçırıyor ve ciğerleri su topluyormuş. Dayanır mı kalp kapağı bu kadar çok çalışmaya, düşünmeye erken yıpranmış işte. İki hafta önce gelince gittim yanına halsiz olduğu anlaşılıyordu, ameliyat kararı almışlar, benim zamanlamam da iyi olmuş, beni görünce ‘’hoş geldin amcaoğlu, şimdi rahat bir şekilde yatabilirim bıçak altına ‘’ dedi. Hiç ihtimal vermedik kötü bir şey olacağına, üç gün beraber olduk, Dubai ye gitme planları yaptık, Çal da yapacağımız aş evinin planlarını gözden geçirdik, Bodrumda inşaata başlayacaktı, bildiğimiz o heyecanlı hali yeniden geri gelmişti, mutluydu, heyecanlıydı. Şimdi düşünüyorum da, belki de bizlere öyle görünmek mi istiyordu emin değilim. Kendisini tanıyan herkesle vedalaşmış, helallik almıştı. Çarşamba günü ameliyathaneye güle oynaya teslim ettik o son görüşümüz oldu.
Kötü haber erken duyulur ya! Sabah telefonuma ilk baktığımda gördüm kötü haberi, inanamadım. Bir hata olmalıydı, bir yanlışlık, daha erkendi, çok erken, henüz ona yakışmıyordu ölüm, yapacak işlerimiz vardı, çok işlerimiz hem de, o bize lazımdı daha, çok lazım! Bülent in dediği gibi gölgesinde serinlemeye ihtiyacımız vardı daha. Kafamız bozulduğunda birine kızdığımızda, dünyamızın çekilmez olduğunda, orada bahçede şezlongda elinde gazetesiyle oturan bir adam vardı hep. Bizi anlayan, dinleyen, dertlerimizi anlattığımız, bir kez olsun sen nasılsın? Senin de bir derdin var mı? Diye sormadığımız bir adam vardı hep. O adamı, adam gibi adamı kaybettik. Onunla içimizde bir şeyler de öldü.
Bir adam öldü dostlar, adam gibi bir adam, bizleri eksik ve yarım bırakarak gitti, inanması ne kadar zor olsa da, o muzip gülümsemesi daima hep gözümüzün önünde olacak, sırtımıza yüzlerce kiloluk yapılacaklar listesi bıraktı, onun hayallerini gerçekleştirmek bize onun yokluğunu unutturmaya yetecek mi? bilemiyorum!
Bir adam öldü dostlar, adam gibi adam! Bir hoş seda bıraktı bu dünyada hem de ne seda! Adı SÜLEYMAN soyadı ÖZTÜRK.
Ruhu şad olsun.