Ben dünya kürresi, Türkiye karyesi, Urfa köyünün, El-Aziz (Elazığ) tımarhanesi akıl ve ruh sağlığı sakinlerinden ismi önemsiz cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizim. Ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken, başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakimi'nin Dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir!
Diye başlayan bir mektup1965 yılında Elazığ tımarhanesinde ölen bir deli tarafından Allah’a yazıldı. Mektup yedi sayfa tuttuğu için buraya hepsini sığdırmam mümkün değil o yüzden linkini bırakıyorum. https://www.haber7.com/guncel/haber/2882761-akil-hastanesinden-bir-delinin-allaha-mektubu İsteyen tamamını linkten açılacak sayfadan okuyabilir. Mektubu okuyunca bu satırları yazan kişinin akıl hastanesinde yatan bir deli olduğuna inanası gelmiyor insanın. Bu yazıyı herhangi bir kişiye okutsanız ‘’kesinlikle mürekkep yalamış, alim, okumuş ve yazmış birisi tarafından kaleme alınmış’’ diyecektir. Elbette rabbin hikmetinden sual olunmaz. Kim deli, kim veli, kim normal bilmemiz mümkün mü?
Dünya denen bu kürre de hayatından memnun olan, üretimden ve milli gelirden yeterli payı alabilen, hakça ve adaletlice yönetilen, insanların insanca yaşayabildiği kaç ülke vardır? Bu sorunun cevabı o kadar kolay ki! Bakınız insanlar hayatlarını ortaya koyarak hangi ülkelere gitmeye çalışıyorlar, oralara bakmak yeterli cevabı veriyor aslında. İnsanlığın var oluşundan beri, huzurlu, adaletli, kan ve gözyaşı olmadan fazla bir zamanın geçmediği kanaatindeyim çünkü insan oğlunun bu doymaz aç gözlülüğü ve hırsı buna pek imkan vermemiş, korkarım ki! Kıyamete kadar da vermeyecek gibi görünüyor.
Ekmek Herkese Yetecekti Aslında. Tarlaya Karga Dadandı, Ambara Fare, Fırına Hırsız, Memlekete Harami. Diyen Neyzen Tevfik de sözleri ile isyanını belirtiyor. Kimisi şiir yazarak, kimisi mektup! Bizde dilimizin döndüğü kadarı ile yakın dost ve arkadaşlarımıza sohbet ortamlarında bildiklerimizi anlatıyor, yazdığımız yazılarda da yanlış bulduklarımızı ve o konudaki fikriyatımızı paylaşıyoruz. Bu yalan dünyada olan biten haksızlıkların hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, ucuz ölümlerin, açlığın, dinmeyen gözyaşlarının içimi acıttığı, elimden isyan etmenin dışında bir şeyin gelmediği zamanlarda, elime kağıt kalemi alıp Allah’a bir mektup yazıp olanları bir, bir anlatasım geliyor. Geliyor da! Elimde kalem önümde kağıt ben ona o bana bakışıp duruyoruz. Ben de o tımarhanedeki deli denen veli de olan saf kalp, bilgelik, bilgi, beceri, yetenek ve en önemlisi cesaret yok ki!
Tımarhanedeki bu adamın Allah’a yazdığı mektubu okudum ve üzerinde epey düşündüm. Aklıma şu geldi, olmaz ya! Oldu diyelim. Kemal Sunal’ın Deli deli küpeli (Akıl hastanesinden kaçan iki delinin kasabaya gelip, biri kaymakam diğeri de ağır ceza reisini ) oynadığı film. Tımarhaneden kaçan iki deli karlar eriyene kadar Kasabada ne kadar olumsuzluk varsa düzeltiyorlardı. Bu adam oradan çıkartılıp memleketin başına getirilse ‘’Buyur yetki sende, dilediğin gibi yönet, bizler emrindeyiz’’ dense, güzel ülkemizi nasıl yönetirdi? Gözümün önüne geldi ve beni gülümsetmeye yetti de arttı bile. Biz akıllıların korkup söyleyemediklerimizi söyleyen, göremediklerimizi gören, işin sırrını çözen divanelerdir onlar. Veli ile Deli birbirine çok yakındır Anadolu da, her köyün kasabanın mutlaka bir delisi vardır. Kim deli, kim veli o alında yazmaz. Onu ancak Allah bilir dedik.
Şimdi gelelim risalenin kuyruğunu düğümlemeye, Elazığ tımarhanesindeki deli Allah’a yazdığı mektupta Ben gam (dertlilik) deryasında, Fakirlik vatanında, Horluk ve rezillik kaftanında Padişah yapılmışım! Diyor ve yaşadığı acıları anlatırken bir yandan da sitem edip, Allah'a sığınarak her şeyi hallettiğini ifade ediyor. İki adamın kolları arasında duran, mevsimin kış olmasına rağmen ayaklarında çarık, çorapsız bir şekilde durması ve yüzündeki bakışından deli olmadığı anlaşılan bu adamın ismi bile kayıtlara geçmemiş veya ben bulamadım bilmiyorum.
Her köyün, kasabanın bir delisi mutlaka vardır dedik, ne sebeple olursa olsun bu insanlar benim görüşüme göre iki dünya arasında kalmış, günahsız ve saf meleklerdir. Benim çocukluğumda bu tür insanlar bizim aramızda yaşar giderdi, ara sıra köyün gençleri bu delilerle alay edip kızdırsa da, ahali buna karşı çıkar ve onları koruyup kollar ve gözetirdi.
Duyarlı bir insanın bu bozuk düzende delirmeden yaşaması bir mucize gibi geliyor bana, 3 yaşındaki çocuğun; “Cennette ekmek var mı anne? Varsa ölelim, karnımız doyar” dediği yere dünya diyoruz. Çareyi duymamakta, görmemekte, bilmemekte bulmuşuz.
Biz bu çığlıkları duymuyorsak Allah bizi duyar mı? Bence daha çoook mektuplar yazmamız lazım Allah’a.